28 Ekim 2011 Cuma

Zorunlu Eğitime Hayır!

   Bu yazımda size Catherine Baker'ın yazmış olduğu Zorunlu Eğitime Hayır adlı kitabını yorumumu katarak özetleyeceğim. Neden? Çünkü ismi bile garip bir kitap ondan. Bu gün biri çıkıp zorunlu eğitime hayır dese "salak mısın lan sen?" denir. Ama bu kadın birde kitap yazmış, niye yazmış? 14 yaşındaki kızı "beni neden okula göndermedin?" sorusu üzerine. Yani kızını hiç okula göndermemiş. Nasıl kitap ama?
   Çoğu kitap gibi bu kitabı da zamanına göre değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Fakat kitabın tamamını değil. Kitabın bir kısmına katılıyorum, bu katıldığım yerlerde zamanına göre değerlendirdiğim zaman oluyor. Ama kitabın çoğu yerinde, kitabın yazarı olan Catherine Baker “Bunun böyle olmaması gerekiyor. Bunun böyle olması lazım.” diyor. Bunlara katılmıyorum; çünkü bu söylediklerini günümüze uyarlayacak olursak, hiç hoş olmayacağını düşünüyorum. Yazarın söylediklerini yapmak için herkesin onun gibi düşünmesi gerekiyor (ki bu imkansız) veya yazarın istediği gibi bir eğitimin olması için, dünya üzerinde insan oğlunun eğitime başladığı andan itibaren onun eğitim anlayışı ile yola başlaması gerekiyordu, bu da geçti artık.

   Yazar “okuldaki başarı düzeyine dayanan her türlü ayrımcılığın son verilmesi gerekiyor” diye düşünüyor ve ekliyor “Küçük bir çocuğa herhangi bir bilgi aktarılıyor ve ondan bu bilginin tekrarlanması isteniyor; başarıyor yada başaramıyor; daha sonraki yıllarda birileri, başka bir insana, yukarıdaki sözü edilen insanın çocukken ne ölçüde başarılı olduğunu soruyor.”. Bu düşüncenin aksini hiç kimse söyleyemez. Günümüzde de bu böyledir. Küçük bir çocuğa ilk okul birden ilk okul beşe kadar bir şeyler öğretilir yada yazarın dediği gibi tekrarlattırılır. Ama o yaştaki çocuk “çocuk” olduğu için bunun ileride kendini nasıl bir şekilde etkileyeceğini bilmez ve nasıl istiyorsa öyle davranır, ister öğrenir ister öğrenmez. Daha sonra bu çocuğun ilkokul birden ilkokul beşe kadar olduğu durumundan dolayı ortaokulda alt seviyede bir sınıfa koyulur. Çocuk sınıfın etkisiyle öğretilenlere pek aldırış etmez ve lise sınavlarında da başarısız olur. Yani çocuğun ilkokulda yaptığı çocukluk (onun hakkı bu değilmiş gibi) onu lise sınavlarında başarısız olacak kadar etkiler. Bazı çocuklar durumunun kötüye gittiğini lisede farkına varır (çünkü artık yetişkin birey olmaya başlamıştır) veya hiç farkına varmaz. Zaman çocuk için önemli bir faktördür. Yani çocuk belirli bir yaştan sonra daha derinlikli düşünebilir.

   O zamana göre düşünelim beyler! Catherine Baker zamanında yaşasaydım ve benimde bir çocuğum olsaydı bende okula göndermezdim. Zorunlu eğitime hayır derdim, neden mi? Al neden: Kitaba göre o zamanın milli eğitim bakanlığı şöyle bir açıklama yapıyor: “üst düzey yöneticilerin 1972, 1973 ve 1974 yılında ortaokula başlayan çocuklardan yüzde 50 si liseye devam ederken işçi çocuklarının yüzde 5,8 i tarım işçilerinin ise 4,8 i”  yazar bu açıklamaya karşılık içinden şu sözün geldiğini söylüyor “bu ne kepazelik”. Benim içimden de “piçlere bak bir de utanmadan açıklama yapıyorlar” demek geldi. Günümüzde de bu tip olaylar oluyor ama çalışan her birey üniversiteyi kazanabiliyor. Çalışma şartları tartışıla bilir ama günümüzde apaçık bir ayrım yok. Şifre olaylarını falan saymazsak yok.
   “Otoriter bir rejim bundan böyle her yaptığınızı kocamıza, komşumuza yada emniyet müdürlüğüne yazılı olarak bildirmek ve bu belgeyi söz konusu kişiye imzalatmak zorunda olduğumuzu söyleseydi herkes “Faşizm geldi!” diye ayaklanırdı ama çocukların karnelerini ana babalarına göstermek zorunda olmaları kimseyi rahatsız etmiyor.” Bu kadın Türkiye'ye gelse ergenler omuzlarında karşılar. Kendinizden düşünün len! karneniz kötü gelince ne oluyordu? Gerçi günümüzde değişti ama ben eskilerden bahsediyorum.

   Yazar okulların toptan kaldırılmasını savunuyor; çünkü ona göre okul “devletin köle yetiştirme yeri ve ana babaları çalışırken onları gözetim altında tutan yer” yani okul ortadan kalkarsa karne gösterme sıkıntısı da kalkacak. Biraz mantıksız aslında.

   Eğitim sisteminin ne kadar yanlış işlediğini görememek elde değil. Her hükümette değişen eğitim sistemimiz var. Mesela; bir bakan kalkıp diyor ki “Biz devrim yaptık ve ilk okula SBS sistemini getirdik. Artık öğrenciler daha iyi eğitim alacaklar.” Daha sonra aynı bakan sanki bu sistemi o getirmemiş gibi “Biz devrim yaptık ve SBS yi kaldırdık çünkü bu sistem öğrencileri sıkıntıya sokuyor.” Bu ne lan! Kitapta zamanın bilim adamları günümüzde eğitim görse ve bir ayrım yapmak gerekseydi; "Tolstoy: Tembel ve yeteneksiz, Bethoven: Umutsuz, Darwin: Zekası ortalamanın altında, Einstein: Yavaş düşünüyor, olurdu." diyor. Yalan mı len?

   Yazarın katılmadığım anlayışından biride “çocuğun kendi haline bırakılması”. Aslında çocuğun kendi haline bırakılmasına karşı değilim. Hatta bunu çocuk için yararlı buluyorum ama yazar için “çocuğu kendi haline bırakılması” anlayışı daha farklı. Ben yazarın anlayışına katılmıyorum. Yazar kitapta “Çocukları kendi hallerine bırakırsak, zamanla hayvana dönüşürler yorumunu yapmak moda oldu bence bu eleştiri temelden yanlış.” diyor. Buna katılıyorum. Çocukları kendi hallerine bırakırsak hayvana dönüşmezler. Onları serbest bıraktığımızda “dur yapma, ona dokunma, otur, v.b.” diyen olmayacağı için özgürlüğün ne demek olduğunu anlayacaktır. Bu konuda yazarla aynı görüşteyiz. Yazar bundan sonra şunları ekliyor: “Kendi haline bırakmak dendiği zaman 'el değmemiş bir ormana bırakmak' anlaşılıyor. Oysa, söylenmek istenen bu değil. Ben 'kendi haline bırakmak' deyimini, 'fuhuşun', 'işverenlerin', 'karaborsacıların' yada 'diğer çocukların' insafına terk etmek anlamında kullanıyorum”. Fuhuşun mu? Siktir len! Çocuğu serbest bırakmak anlayışı bu mu? Fuhuşun ortasına bırakmak. Ormana bıraksaydık daha iyiydi. Çocuğu böyle bir ortamda büyütürsek, onun nasıl bir psikolojiye sahip olacağını tahmin edemiyorum. Böyle bir çocuğun ileride diğer çocuklardan çok farklı düşüneceği kesin(!).  Çocukları korumak gerektiğini düşünüyorum. Onları bu kadar rahat ve serbest bıraktığımızda çocuktan yararlanmak isteyen insanlar çıkabilir. Bence çocuğu kontrollü bir şekilde serbest bırakmalıyız. Yazarın dediği kadar değil. Bu anlayışına katılmıyorum ve bunu saçmalık olarak görüyorum.

   Yazarın bir görüşü var ama bu gürüşün yarısına katılıp yarısına katılmıyorum. Bunu kitapta şöyle açıklıyor: “Okul, çocuklara gardiyanlık yapan bir kurumdur” kabaca okulu tarif edersek okul aslında budur; çünkü biz çalışmaya giderken çocuklarımızı okula bırakıyoruz ve daha sonra iş çıkışı gidip çocuğumuzu alıyoruz. Yani bir yere emanet ediyoruz. Yazar, okul hapishane, öğretmenler gardiyan anlamını çıkartıyor, buna da katılmıyorum. Yazar devam ediyor: “Toplumsal iktisadi makinenin işlemesi için gerekli bilgileri ona öğretir, itaati aşılar, eler ve rolleri dağıtır.”. Bu düşüncesini örneklendirerek anlatmak daha iyi. Yazar “itaati aşılar” diyor yani biz okuldayken öğretmenlere müdüre itaat ediyoruz ve onlardan büyüklerimize ve üst düzey yöneticilere itaat etmeyi öğreniyoruz. “eler ve rolleri dağıtır” düşüncesine tam anlamıyla katılamıyorum çünkü okul bir çocuğa “sen zekisin doktor olacaksın” veya “sen zeki değilsin bu yüzden çöpçü olacaksın” demiyor. Bu tamamen kişiye kalmış bir şey (ama o zamana göre katılmak mümkün). Çok zeki olan birisi öğretmen olmakta isteye bilir buda okulun rol dağıtmadığını açıklar. Ama farklı bir açıdan da bakarsak okul bu şekilde de rol dağıttığının sonucuna da vara biliriz. Tamamen tartışmaya açık bir konudur. “eler” görüşüne gelirsek buna katılıyorum. Kişi eğer derslerine çalışmak istemezse, öğretmenine saygı göstermezse kötü not alır veya öğretmenine saygısızlıktan dolayı disiplin suçu işler. Bu şekilde doktor veya öğretmen gibi bir meslek seçemez (çünkü notları kötüdür) böylece elenir. “Toplumsal iktisadi makinenin işlemesi için gerekli bilgileri ona öğretir” buna da katılıyorum. Bir toplumun bir şekilde günlük hayatına devam etmesi için kişileri önceden bu hayatın nasıl işlediğini anlatan bir yer olması gerekir. Burası da okuldur ve burada gerekli bilgiler verilir. Bu görüşüne de katılıyorum.

   Aslında kitapta yazar “Zorunlu eğitime hayır!” diyerek farklı bir eğitim görüşü ortaya atıyor. Bence yazarın kitapta anlattığı da farklı bir eğitim yaklaşımıdır. Yani yazar eğitim zorunlu olmadan, özgürce ve sadece bir alanda (okulda) eğitim yapılmadan eğitim yapılmasını istiyor. Kısaca yazar formal eğitime karşı çıkıyor ve her eğitimin informal bir şekilde yapılmasını öneriyor. Çocuk isterse okumayı öğrenir isterse öğrenmez veya bir bilgiyi ister öğrenir ister öğrenmez tamamen onun özgürlüğüne kalmış bir durum.

   Ama bir çocuk mühendis olmak isterse bu nasıl informal bir eğitimden geçerek yapılır buda önemli problemlerden birisidir. Yazarın eğitim ile ilgili örüşlerinin bir kısmına katılmak mümkün, hatta bu önerilerini dikkate alıp günümüz eğitimine geçirebiliriz. Ama eğer yazarın istediği gibi bir eğitim olursa. Okumak istemeyen çocuklar okumayı öğrenmek istemez, okur-yazarlık düşer, toplum cahilleşir ve gerilemeye başlar. Bu durumdan faydalanmak isteyen kişiler çıkabilir(!). Zorunlu eğitim kaldırılamaz ama daha iyi bir zorunlu eğitim verilebilir. Kalın sağlıcakla...