10 Haziran 2013 Pazartesi

Karşı Kaldırımdan Yürümek


Yaşama faklı gözle bakmak farklı duygular katar. Bu bazen pişmanlık olur bazen de mutluluk. Çoğu zaman da bir şeylerin farkına vardığımızı görmüş oluruz. Önemli olan farklı bir açıdan bakabilmektir. Hani siyasilerin sürekli kullandığı bir deyim vardır, at gözlüklerini çıkartmak diye, hiç farkında olmasak da bazen yürüdüğümüz yola bile at gözlükleriyle bakıyoruz. Her gün aynı yoldan yürüdüğümüz halde o yolun sağında veya solunda ne olduğunun bile farkında değiliz.

Geçim sıkıntısıydı, zamlardı, bilmemnelerdi derken sadece önümüze bakıyor ve etrafta olup bitenlerden haberimiz bile olmuyor bazen. Buna hayat şartları diyerek kestirip atmamak gerekir. Bizde biraz boyun eğiyoruz gibi duruyor. Bazen de sadece önümüzdekini takip ederek uçurumdan atlayacağını görsek de devam ediyoruz. Kafamızı yandan çıkartıp "Nereye gidiyoruz?" demek aklımızın ucundan geçmiyor. Sonrada diyoruz ki; kafamız çok dolu.

Belli bir sistemin içerisinde yaşıyoruz, buna kimsenin karşı çıkacağını zannetmiyorum. Bana göre tek yaptığımız hata o sistem gerekliliklerini harfiyen uygulamamızdan geçiyor. Buna da monotonluk deniyor. Sistem bize Ev-İş arasında bir hayat gösteriyor bizde bunu yapmakla yükümlü olduğumuz bir şey olarak görüyoruz. Farklı bir şey yaptığımızda da günah işliyormuşuz gibi gözüküyor. Her gün evde yemek yiyen biri eşini ve çocuklarını alıp yemeğe çıkıyor sonra evde kafasını yastığa koyduğunda "Yahu acaba gitmesemiydik? Boşuna para harcadık." diye günah çıkartmaya başlıyor.

Çok değil bundan 3-4 hafta önce sevgili babaannemler bizi ziyaret etmeye geldi. Otobüs garına gidip onları aldım. Halk otobüsüne bindiğimizde babaannem ikide bir "Ne kadar yeşilmiş buralar" deyip duruyordu. Bende "Neymiş bu yeşil olan?" diye otobüsün camından gittiğimiz yolun çevresini incelemeye başladım. Komik ama her gün gittiğim yolun etrafının nasıl yeşil olduğunun farkında bile değilmişim, içimden "Hakikaten yeşilmiş yahu!" dedim. Sonra farkına vardım ki ben sadece otobüsün gittiği yolu izliyormuşum sağında solunda ne var diye hiç bakmıyormuşum. Resmen otobüs hattının oluşturduğu sisteme bile ayak uydurmuşum. Otobüsün bir parçası gibi... Kim sorsa insan...

Aradan bir kaç gün geçince okuldan kursa doğru gidiyorken gene böyle bir durum içerisinde buldum kendimi. Kaldırımın üzerinde kursa doğru giden, kulağında trafik seslerini duymamak için çalan bir müzik ve öne bakar pozisyonda hızlı adımlar. Sonra kafamı kaldırıp kulaklığımı çıkarttım. Gene iğrenç trafik sesleri gelmeye başladı. Sonra farklı bir şey yapmak amacıyla yolun karşı kaldırımına geçtim. O tarafta da uzun ağaçların bulunduğu bir park var. Yürümeye başladım, sonra kulağıma kuşların sesleri ve parkın içinde bulunan havanların sesleri gelmeye başladı. Ağaçlar, kuşlar, hayvanlar ve gördüğüm yerler yeşil. Aslında farklı bir şey yapmadım sadece yolun karşısından gidiyordum. İşte o zamana kadar ben sadece trafiği ve insan kalabalığını görüyormuşum. Onuda yolun karşı tarafına geçince anladım.


Bakmakla görmek arasında fark var derler ya, tam da o hesap (Bu arada yukarıdaki video 3 Idiots diye bir filmden izlemenizi tavsiye ederim). Sanırım bazen biz sadece bakıyoruz ve sadece bakmak istediğimize bakıyoruz. O zamanda görmeyi unutuyoruz. Sonra da diyoruz ki monotonluk ve hayat şartları. Bazen karşı kaldırıma geçmek gerekir. Sağınıza solunuza bakmayı unutmayın, sağlıcakla kalın.

9 Haziran 2013 Pazar

Sistemdeki Ha Ben Ha Sen

Geçen sene Mayıs ayında yazdığım yazıya şöyle bir göz gezdirdim (Yazın Ne Yapsam?). Yurtdışında tatil yapacaklar için yaptığım eleştiri bu sene benim için de geçerli. Aslında yazıma hala katılıyorum. Paragrafların birinde 5 senede biriken paranın 5 günlük tatilde nasıl harcanacağı hakkında bir yer var. Yurtdışına çıkmak için 5 senede para biriktirmiş değilim; ancak yedi ayda biriktirdiğim parayı 35 gün gibi kısa bir sürede harcayacağım gayet açık. Ayrıca uçak biletiydi, tren biletiydi, pasaport zart zurt derken bir o kadar paranın yarısını da gitmek için temel oluştururken harcadım. Belki şu anda "Tüü yazık vallaha!" diyeceksiniz; ama buna nasıl karar verdiğimi anlatınca (Zaten asıl yazmak istediğim konu bu...) belki hak verirsiniz.

Hayatımın üniversite evresinin son aşamasına gelmiş bulunmaktayım ve bu son yazım (Mevsim olarak). Hayata bir adım kala gibi bir şey. Üniversiteye hazırlananlar veya üniversitede okuyanlar iyi bilirler, çevrelerindeki bir çok insan "Üniversitedeyken gez dolaş sonra bir daha bulamazsın bu günleri" diye öğüt verirler. Bende bunlara çok maruz kaldım ve bu zamana kadar hep kulak arkası ettim açıkçası. Başlarda iyi yaptığımı düşünürken bundan 6 ay önce kendimi sorgularken buldum.

Soru gayet açık ve net "Ne yaptın oğlum sen bu zamana kadar?" komik bir cevap geldi yine kendimden "Ödevler, projeler, ders, final, vize falan, bunlara çalıştım." bu sefer cevap verdi içimdeki ben "İyi halt ettin!". Sonra bi düşündüm gerçektende bir şey yapmamışım sosyalleşmek bağlamında. Aslında 2-3 kere sinemaya gitmişliğim var da onların devede kulak pisliği gibi göründüğünü düşünmekteyim.

Sonra uzaklara daldım ve aklıma lise dönemim geldi. 5 tane okul gezisine katılmışım, 1 tane dershane gezisi, her yaz arkadaşlarla en az 5 gün süren kamplara gitmişim, 2 kere kendi şehrime en yakın şehirleri gezmişim, okulda tiyatroya girmişim o da yetmemiş bir de dans grubunda dans etmişim. Peki ben üniversitede ne yapmışım? Hiç.

Başkanlığını yaptığım topluluğun kitap yardım kampanyasından başka geleceğim için baya bir seminere katıldım; ancak bunlar 1. ve 2. sınıfta olan şeyler. 3. sınıf ise tam bir fiyasko! Bunun nedeni de okuduğum bölümün 3. sınıfı ağır olması ve altta kalan derslerimi vermek için büyük çabalar sarf etmem. Buna ek olarak birde İngilizce kursu eklenince al sana harika bir üniversite-ev-kurs üçgeni o da eşittir monoton bir yıl. Kurs falan kötü oldu diyemem tabi ki; ancak sosyalleşmek diyemiyorum. Sonra bir de hiç işim gücüm yokmuş gibi Anadolu Üniversitesi'nin ikinci üniversite kapsamında İşletme okumaya çalışmam. Sanki bu yoğunluk bana yetmiyormuş gibi...

Bunların hepsini bir arada götürmek üç arabayı aynı anda ittirmeye çalışmak gibi bir durum bana göre. E tabi hal böyle olunca apışıp kaldım. Ankara'nın çevresinde bile bir sürü yer var; ama onlara bile gidemedim ya da o enerjiyi bulamadım. Onu bırak şu bloğa bile yazı yazamadım. Geçen sene 62 yazı yazmışım şu an bu yazı ile beraber 14. Geçen senekinin yarısının, yarısından bile az.

Sonra da dedim ki "Lise de bile neler yapmışım üniversitede daha fazlasını yapmam gerekirken kabuğuma çekilmişim. O zaman bir şeyler yapmam lazım!" diye düşünürken aklıma interrail ile yurtdışına gitmek geldi. Yaza kadar da epey bir vakit olduğu için hem para biriktirmeye hem de plan yapmaya başladım. Hem bu sayede İngilizcem için pratik şansımı da yaratmış oldum. Sistemin içinde kendimi harap etmek yordu biraz, bu yüzden de çok farklı ve belki de hayatımda ilk ve son olacak şeye kalkıştım. Şimdi sınavlar falan bitti ve diyorum ki, iyi ki de buna kalkışmışım. Unutulmayacak bir yaz olacağına inanıyorum.

Ey üniversiteye hazırlananlar, yeni başlamışlar veya benim gibiler, hiç olmadı sistemin içinde sıkılanlar! Biraz şundan kurtulmak lazım. Ne yapın edin bir şeyler yapın. Zamanın hızlı geçtiğini zaman geçtiğinde anlamak insana koyuyor biraz. Ben bunu şimdi anladım ve bir şeyler yapıyorum. Bundan sonra da yapmaya devam edeceğim. Sistem bizi içinde çözmeden arada bir çıkıp hava almak lazım, ha sen ha ben fark etmez. Kalın sağlıcakla...

8 Haziran 2013 Cumartesi

İtalya'dan Schengen Vizesi

Bugün İtalya'dan Schengen vizemi aldım. Yazın interrail ile Avrupa da Schengen bölgesi diye adlandırılan bölgede rahatça vizesiz dolaşmak için gereken bir vize. Kısaca Avrupa da ki bütün ülkelerden vize almak yerine Schengen protokolünde bulunan bir ülkeden bu vizeyi aldığında, bu protokolü imzalayan diğer ülkeler de sana vize vermiş gibi oluyor. Ayrıntılı bilgi almak için internette yığınlarca bilgi var tekrar hepsini yazmak istemiyorum. Benim yazmak istediğim bu vizeye başvurduktan sonra geçen süreç. Bunun için internette sözlüklere bakmak zorunda kaldım; ancak pek tatmin etmedi. Bu yüzden vizeyi aldığımda başımdan geçenleri yazıp başkalarını bilgilendirmeye karar verdim.

İtalya'dan Schengen vizesi almanız için iki seçeneğiniz var. Ya kendiniz direkt büyükelçilikten randevu alıp başvurabiliyorsunuz ya da İtalya, Hollanda ve Almanya'nın evrak hazırlama, başvuru, başvuru takip, gibi işlerini iData diye bir şirkete devrettiği ofislerden yapıyorsunuz. Ben şahsen iData'dan başvurdum; çünkü büyükelçilikten nasıl randevu alınacağı ile ilgili bir bilgi yok, sadece e-posta adresi bulunmakta.

iData ile ilgili internette pek iyi şeyler okumadım; ancak Ankara'daki şubesinde okuduklarım ile ilgili bir sorun yaşamadım. Tek sorun internette başvuru için gereken bütün belgelerin yazmaması. Bu yüzden başvuru için sizden gereken belgeleri yanınıza bir kağıt ve kalem alarak iData ofisine gidip öğrenmeniz tavsiyemdir. Sitesindeki belgeleri tamamlayıp gittiğinizde eksiklik olduğunu söyleyip geri göndereceklerdir.

Bende bu mantıkla hareket ederek iData ofisine giderek, öğrenci olduğumu, interrail yapacağımı ve en çok İtalya da zaman harcayacağımı söyledim ve benden istenilen belgeleri birincil ağızdan öğrendim. Benden istenilen belgeler şu şekilde: 2 adet biyometrik fotograf, ingilizce seyahat sigortası, masrafları karşılayacak kişiden (Anne veya Baba falan...) dilekçe, öğrenci belgesi, son 3 aylık maaş bordrosu, iş yerinden çalıştığına dair belge, 3 aylık banka hareketliliği, seyahatiniz boyunca kalacağınız yerlerin rezervasyonları, pasaportun ilk sayfasının fotokopisi ve önceden aldığınız diğer ülkelerin vize fotokopileri(Varsa), nüfus cüzdanı fotokopisi, interrail biletinin fotokopisi, seyahatinizi madde madde anlatan bir dilekçeniz, İtalya'dan Schengen vizesi almak için doldurulan form(iData'da veriyorlar isterseniz evden kendinizde çıkartabilirsiniz büyükelçilik sitesinde var) ve uçak bileti fotokopisi. Bunlara ek olarak ben arabanın ruhsat fotokopisi ve evin tapusunu götürdüm; ancak sadece evin tapusunun fotokopisini aldılar (Siz ne olur ne olmaz gene de ofise kendiniz gidip bu evrakları teyyit ettirin). Bu belgeleri iData ofisine pasaportum ile başvurdum ve benim isteğim üzerine (final sınavlarımdan dolayı) 26 gün sonraya ilk defa Schengen visesi aldığım için büyükelçilikten randevu verdiler. Bu arada başvurunuzu seyahatinizden 1-2 ay önce yapmanız gerekiyor.

Not: Başvurunuzun hangi aşamada olduğunu iData'nın sitesinden kontrol edebiliyorsunuz.

Aradan günler geçti ve randevu günü geldi. Benden aşırı bir heyecan var tabi. İnternetten sürekli araştırıyorum ne soruyorlar, nasıl gidilmeli falan diye. Kendi kendime evde alıştırmalar yapıyorum şunu sorarsa bunu söylerim, bunu sorarsa şunu söylerim diye. O gün büyükelçilikteki randevumdan 15 dk. önce diğer insanların yanında yerimi aldım. Yaklaşık 45 dk. sonra megafondan benim adım söylendi bende "Buradayım" dedim (Bu arada randevu saatine göre değil alfabetik sıraya göre çağırıyorlar, şanslıysanız isminiz Z ile başlamıyordur). Megafondan "Soyadınızı söyleyiniz" dediler. Bende soyadımı söyledim ve dızt diye ses gelerek kapı açıldı. Sonra içeri girmek için diğer kapıyı zorlarken dızt diye yeni bir ses daha duydum. Oradan da içeri girdim. İçeride kimse yoktu x-ray cihazından geçtiğimde yepyeni bir dızt sesi daha geldi ve solumdaki kapıdan gireceğimi anladım. İçeri girdiğimde karşıma sola dönmem gereken bir koridor geldi oraya yöneldiğim de de sağa dönmem gereken bir koridor ve koridor bitiminde gene bir kapı gördüm. O an herhalde abuk subuk bir rüyanın içerisinde olduğumu düşündüm. Bu seferki kapı dızt diye açılmadı Allahtan. Kapıyı açtım ve içeri girdim. Beyaz bir oda ve ortadan camla ikiye bölünmüş. Camın diğer tarafında benimle mikrofonla iletişime geçen beyaz saçlı mavi gözlü İtalyan olduğunu düşündüğüm biri vardı, önünde de belgelerim. Neredeyse adam hiç bana bakmadı. Belgelerimi inceledi, sizin çok rezervasyonunuz varmış dedi, bende interrail yapacağımı söyledim. Daha çok babamın bankadaki hesaplarına baktı sonra başka bir sayfanın üzerine kırmızı kalemle bir şey yazdı; ama okuyamadım ve sonra "Çıkabilirsiniz" dedi. Benim bütün hayallerim yıkıldı tabi. Oysa bir masada oturan güzel bir bayan olacaktı ve bana "Ne yapacaksın İtalya'da?" gibi sorular soracaktı bende çok iyi Türkçe konuştuğunu falan söyleyip iltifat falan edecektim; ancak öyle olmadı. Beyaz saçlı mavi gözlü İtalyan olarak düşündüğüm amcaya "Bilgi verebilir misiniz?" dedim, o da "Onu i Data'dan öğreneceksiniz" cevabını verdi. Sonra bende tıpış tıpış çıktım.

Dışarı çıktığımda mal gibi oldum. Hiç bir şey anlamamıştım ve internette yazılanlar gibi bir şey olmadı. Büyük ihtimal turistik olarak alınan bir vize olduğundan ve bütün evrakların tam olmasından kaynaklı bir durum. Yol boyunca Türkçe-İtalyanca çeviricilerden red, onaylanmadı, onaylandı, olumsuz  gibi kelimelere baktım; ancak hiçbir kelime o kırmızı kalemle yazılanla uyuşmuyordu. Zaten sonra ne yazdığını da unuttuğumu farkettim.

Her neyse, ertesi gün iData'dan pasaportumu alabileceğim üzerine bir SMS geldi. Sabah erkenden kalkıp gidene kadar bildiğim duaları ederek iData ofisine ulaştım. Beyaz saçlı mavi gözlü İtalyan olarak düşündüğüm amcaya teşekkürler. Sağ olsun bana tam istediğim kadar geçerliliği olan bir vize vermiş. Sağlıcakla kalın, nice dıztlı kapılara...

7 Haziran 2013 Cuma

Eylem, Ergenlik ve Polis

Ne zamandır yazı yazmıyorum, farklı bir takım işler ve lanet olası sınavlardan kaynaklı bir durum. Daha önce bahsetmişimdir pek şanslı bir insan değilimdir. Genel olarak işlerim hep yokuşa gider. Bu tip durumlardan ötürü yazmaya fırsat bulamadım. Arada çok fazla yazı yazma fikri geldi onları yazmak isterdim; ancak ülkemizin son günlerde yaşadığı durumu işlemeden geçmek penguen belgeseli göstermekten farksız.

Bildiğiniz üzere Gezi Parkı eylemleri ile gündeme oturdu bu olaylar. Sonra da halkın "Sadece Gezi Parkı değil be kardeşim!" demesiyle eylemler farklı bir boyut kazandı. Sosyal medyayı takip etmeyen bir sürü vatandaş ya yemek programı izledi ya da penguen belgeseli. Haber programları haber niteliğini yitirdi ve ülkenin içerisinde bulunduğu durumu göstermek yerine gündemi değiştirmeye dayalı programlar yapılmaya başlandı. Bunu iki şekilde ele alabiliriz. Ya bu kanallar halkı daha fazla germemek için farklı yayınlar tercih etti ya da herkesin düşündüğü gibi yalakalığı. Her ne olursa olsun haberlerde mevcut durum gösterilmeliydi; çünkü haber kanallarının bir şeylerin haberlerini yapması normaldir, hele ki bu ülkeyi ilgilendiren bir durumsa.

Gelelim neden bu duruma gelindiğine. Gelelim de bunun için fazla zaman ayırmak gerekir, bu blog sayfası yetmez. Kitap yazmak gerekir, her şeyi derinlemesine ve güzelce anlatmak için. Genel olarak özetlersek mevcut hükümetin sadece kendi tabanının isteklerine yanıt verip diğerlerinin sorunlarına kulak tıkaması diyebiliriz. Bardağın içine %50 su koyup altından baktığımızda tamamı dolu gibi görülür, hatta zorlarsanız bütün evreni bile sudan oluştuğunu görebilirsiniz. Bu yüzden bardağa yan taraftan bakmak gerekir, gerçekten su mudur yoksa zeytinyağı falan da var mıdır diye.

Eylemlerin daha da geniş alana yayılmasının yanında hükümetin sadece kendi tabanına açık olmasından ziyade, polisin orantısız güç kullanması yadsınamaz bir diğer gerçek. Bir çok insan yaralandı, gözünü kaybedenler oldu ve ne yazık ki ölenler oldu. Sadece halktan değil tabi ki polislerden de ölüm ve yaralanma haberleri geldi. Polis şiddet yanlısı olmamalıdır. Polis eylemcilere müdahale yaparken kişisel olarak polis kimliğine güvenip halkına saldırmamalıdır. Bununla ilgili bir çok videolar mevcut internette, mutlaka izlemişsinizdir. Üzücü olmakla beraber polis yetiştiren kurumların çokta nitelikli bir personel yetişmediğini görmekteyiz.

Çevik kuvvetin veya polislerin nasıl bir eğitimden geçtiklerini bilmiyorum; ancak bu yeterli değil ve kesin bir gerçek. Gaz fişeklerinin üstünde bile "Doğrudan insanların üzerine ateş etmeyiniz" yazarken bir sürü polis hedef gözeterek eylemcilere atış yaptığı bir çok videoda görülmekte. Hatta evlere atılan gaz fişekleri bile var. Orantısız güç kullanımından başka mevcut gücün farklı amaçlar doğrultusunda kullanıldığını da görmekteyiz.


Bunlar sadece bir kaçı. Sadece halkı değil polisi de sağduyuya davet etmek lazım. Ayrıca polis alımları titizlikle yapılmalı ve iyi eğitimden geçirilmeliler. 22 yaş altı polis olmamalıdır; çünkü 22 yaşına kadar olan bütün bireyler ergen olarak kabul edilir ve ergenlikteki bir bireye polis kimliği verilirse bunlar normalleşir. Videodakileri ergen polisler yaptı demiyorum. Zaten ergen olmayan polisler yaptıysa durum daha vahim. Tekrar polise verilen eğitimin kötü olduğu ile ilgili konuya döneriz.

Bunlar olurken provakasyon yapanlara da değinmeden edemeyeceğim. Cami'de içki içtiler diyerek dini kullanıp halkı ayaklandırmaya çalışanından tutunda polis eylemcinin üzerinden panzerle geçti diye ateşin üzerine benzin dökenler de var. Yalan haberlerle halkı gaza getirip nasıl bir fayda sağlayacaklarını kestiremiyorum. Bu tip oyunlarla gaza gelip meydanlara gitmemek gerekir. Herkes sağduyulu ve yapacağı bir davranışı iki kere düşünmesi gerekiyor ve özellikle hükümetin ayrıştırıcı değil, birleştirici konuşmalar yapmasından yanayım. Sağlıcakla kalın, kendinize iyi bakın.