30 Ağustos 2012 Perşembe

Tek Laf Yeter

Bütün günün güzel geçti. Eğlendin, gezdin, tozdun mutlu mutlu geçirdin bütün gününü. Gününün yüzde doksanı iyi geçmesine rağmen sen kalkıp o geri zekalının lafını kendine dert ettin. İyi bok yedin.

Mutlu olmak istiyorum falan diyorsun; ama senin canın bir şeylere üzülmek istiyor. Amacın mutlu olmak falan değil hiç kusura bakma. Mutlu olmak olsaydı ufacık bir şeyden bile mutlu olabilirdin; ama sen ne yaptın? Bütün günün harika geçmesine rağmen onun lafını kendine dert edinip mutsuz olmayı başardın. Manyak mısın sen? Pire için yorganı yakmak tam senin gibilere göre bir laf. Ne güzel günüm geçmiş diyeceğine düşündüğün şeye bak. Bu şekilde davranışlar sergileyerek gününün güzel geçmesini sağlayan insanlara haksızlık etmiyor musun? Bal gibi ediyorsun işte, pezevenkliğin bir lüzumu yok!


Herkes sütten çıkma ak kaşık anasını satayım, sadece senin başına gelmiyor yani onu demek istiyorum. Sen hiç merak etme, kimsede “Ben bu boku yedim ama özür dilerim” diyerek tükürdüğünü yalamıyor. Herkes yanlış, bir kendisini doğru sanıyorlar. Oldu canım başka derdin, diye sorasın geliyor yüzlerine karşı. Boşver sen en büyük yanlışı da o kendini doğru sanan piçler yapıyor; ama haberleri yok. Ne zaman haberleri olacak orası belli değil. Herşeyin doğrusunu söylemeye gelince oturup kitap yazacaklar neredeyse; ama iş kendi yaşantılarına gelince söyledikleri ile yaptıkları hiç birbirini tutmuyor, “Burası yanlış olmuş hacı” deyince senden kötüsü yok. Gelde fitil olma.


Anlamadığım ufak bir nokta var. Herkesin başında çeşitli dertler olmasına rağmen, birilerinden şikayetçi veya birilerinin yanlış davranışlarını anlatıyor; o birileri de onun yanlış davranışlarını anlatıyor. Anladınız mı bilmiyorum; ama karşınızdaki harbiden geri zekalı falan değilse, sizin yanlışınız olmadan size yanlış yapmaz. Siz doğruysanız mutlaka sizin kadar doğru olanlar vardır ama ne kendi doğrusunu bilir nede karşıdakinin... Sonuçta ne olur? İkiside birbirinin yanlışını bulmuştur bu yüzden dargın olurlar. Halbuki kalkıp yanlışlarını birbirlerine anlatsalar ikisi birbirine daha da yaklaşacaklar ama haberleri yok. Gelde bunları anlat. Böyle şeyler söyleyince de “Sen karışma bakalım” deyip işin içinden çıkı veriyorlar. Paragrafın başında dedim ya ufak bir nokta var diye, aslında sorunun çıktığı yer diyebiliriz. Kendimizi başkalarının yerine koymuyoruz. Aynısı bize yapıldığında da kızıyoruz. 


Nasıl bir dönemden geçerek böyle yetişkin bireyler haline geldik bir anlam veremiyorum. Herkes büyüdükçe yanlış yapmayacak bireyler haline geleceğini sanıyor. Böyle bir duruma gelince de başkalarının yanlışlarını görerek kendi yanlışlarımızı göremez hale geliyoruz. Bu zamana kadar "Dilim kopaydı da demeyeydim" dediğim çok şey oldu. Böyle bir bakış açısından bakınca da kendi kendime "Ne olursa olsun hala hatalar yapabiliyorum" diyorum. Yani hiç bir zaman doğru düşünüyor olamayacağım. İllaki kendimde de bir hata bulup, bu hatalarımı da başkalarına yükledikten sonra, "Kendi hatalarımı başkalarına yüklemişim" derken bulacağım. İşte böyle düşününce de "Ben gerçekten insanım be! Bazen hata yaparım bazen de hatalarımdan doğruyu bulurum. Hay ağzıma sıçayım" derken buluyorum. Kendi kendime de laf çaktım ya helal olsun. 

Sanırım önemli olan bir tarafta kendi hatalarımızın farkına varmak. "Hep ben doğruyum" demek sakıncalı, hep ben doğruyum deyince emin olun hep siz yanlış çıkıyorsunuz. Sonra etrafınızda insanlar azalmaya başlıyor, bir bakıyorsunuz kendi doğrularınızla yalnız kalmışsınız. Bu yazıyı yazmama fikir sağlayan anneme ve annemin başından geçenlere sebep olan kişilere teşekkür ediyorum. Kalın sağlıcakla...

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Issız Adaya Düşseniz Yanınıza Alacağınız 3 Şey

İlk okuldan beri sorulan saçma sapan bir soru. Hangi gereksiz şahsiyet böyle bir soruyu sorma gereksinimi duymuş çok merak ediyorum. Çıkan cevaplardan neye ulaşacak, neyi bulacak bu soruyu sorarak? Ne çok meraklıyız olmayacak bir şeyin sorusunu sorup cevabını merak etmeye?

Issız bir adaya tek başıma düşmem için benim kendime ait özel bir uçağım olması gerekir. Zaten uçak alacak kadar param olsa benim başıma bir şey geldiğinde bulacakları bir sistemde yaptırırım herhalde. Issız adaya düşmek için mi uçak aldım ben? Kendimi ıssız bir adaya düşürecek kadar param olsa, kendimi adaya düşüreceğime gider adayı satın alırım anasını satayım. Arada gider tatil yaparım oh mis. Ne gerek var atraksiyonlara.

İşin birde siktiri boktan bir hikayesi var. Issız adaya düşsen yanına alacağın 3 şey nedir? Buradan da anlaşılacağı gibi ıssız adaya birilerini atan bir örgüt var ve bu örgüt kurbanı adaya bırakmadan önce yanına alacağı üç şeyi soruyor. Sende bu üç şeyi söylüyorsun, istediklerini sana vererek adaya bırakıp gidiyorlar.

Böyle bir şey olduğunu düşünsene, uçaktasın ve yüzleri maskeli bir grup insan sana aşağıdaki adayı gösterip yanına alacağın üç şeyi soruyor. Videoya da çekiyorlar tabi, el kaide gibi bir örgüt bu, sonra fidye için gösterecekler çektiklerini. Neyse üç şeyi seçiyorsun, tuvalet kağıdı, telefon ve birazda yiyecek. Sonra seni paraşütle ıssız adaya doğru atıyorlar. Adaya bir iniyorsun bir grup insan. İlk sordukları "Yanına ne aldın?" sende "Tuvalet kağıdı, telefon ve yiyecek" olduğunu söylüyorsun. Herkesin yüzü düşüyor tabi; ama sen "Merak etmeyin şimdi telefonla birilerini arar yardım isterim" diyerek artistlik yapıyorsun. Oradakiler salak salak sana bakıp yapacaklarını izliyor. Telefonu açıyorsun bir bakıyorsun içinde hat yok; çünkü sen sadece telefon istedin. Olaya bak. Sonra aklına geliyor "Hat olmasa bile acil numaraları arayabilirim!" diye bağırıyorsun heyecanla. Adaya düşen ilk yaşlı ve bilginlerden biri "Burası ıssız ada geri zekalı pezevenk, burada telefon çekmiyor!" deyince iyice göt olup kalıyorsun. Nasıl hikaye ama...

Ne kadar çok meraklıymışız ıssız bir adaya düşmeye. Sanki Türkiye nüfusu kadar ıssız ada var. Zaten ben ıssız bir adaya düşsem yanıma hiç bir şey almama gerek yok. Annem Müge Anlı'ya çıkar, iki bilemedin üç günde bulunurum. O bakımdan pek problem yok. Yada yanıma baz istasyonu, baz istasyonunu destekleyen hatlı telefon ve birazda bira alırdım. Böylece beni bulana kadar geçen zaman süresince kafa olurdum falan filan.

Yazının sonuna gelince kendime neden böyle bir yazı yazdığımı sorup, hiç bir cevap alamadım. Böylede saçma biriyim. Kalın sağlıcakla.

21 Ağustos 2012 Salı

60 Milyonu İlgilendirmeyen Konu: İstanbul

Daha önce de bununla ilgili bir yazı yazmıştım (İstanbul Nedir?) nedense gene yazı yazma gereksinimi duydum. Konuya başlamadan önce İstanbullularla ilgili bir problemim olmadığını veya İstanbul'da yaşamadığım için orada yaşayanları kıskanmadığımı belirtmek isterim. Aynı sorun İzmir veya başka bir şehir için olsaydı onlar hakkında da aynı şeyleri yazardım. Derdim tamamen haber veya program yapamayan kanallara ve sırf 14 milyon insan yaşayıp Türkiye'nin en çok nüfusa sahip olduğu için orayı pazar yeri olarak gören şirketlerledir.

Bana göre ulusal olarak yayın yapan kanalların (Kanal D, Atv v.b.) haberlerinde bütün halkı ilgilendiren konuların olması gerekir. Mesela ben haber izlerken o gün Dünya da ne olmuş veya Türkiye de ne olmuş onu öğrenmek isterim. Haberleri açıyorum bana "İstanbullular bugün güneşin keyfini yaşadı" diye haber gösteriyor. Bana ne İstanbulluların güneş keyfinden? Bir de kalkmışlar röportaj yapmışlar. İyi bok yemişsiniz, aferin! İstanbulluların güneş keyfi bir yana bir de onların bu durum hakkındaki görüşlerini dinliyorum. Sebep? Bana göre sebebi haber bulsun diye görevlendirilen muhabir ile kameraman bir bok bulamamaları ve "Bari böyle bir haber yapalım da işimizden olmayalım." demeleridir.

Şehirlere özgü haber yapılmasına karşı değilim, herhangi bir şehirde bir problem vardır medya bunun haberini yapar; çünkü insanların tepki vermesi ve problemin daha çabuk çözülmesi için. Medyada gösterilmeye başlayınca, ortaya çıkan problemin sahibi kişiler rezil olmamak için -mesela belediye- problemin çözümüne ağırlık verirler; ama gel gelelim İstanbul'un problemlerine, çözülene kadar medya peşinde olur. Mesela köprülerin bakımında yaşanan problem. Neredeyse her gün bununla ilgili bir haber var. Hadi bir gün bunun haberini yaptın bilemedin iki gün, neden her gün bunun haberini yapıyorsun? Başka şehirlerde yok mu trafik sorunu? Var ama nedense İstanbul'daki daha önemli.

Ramazan dolayısıyla gördüğüm bir saçmalığı daha anlatmadan geçemeyeceğim. Bazı kanallar sahurda, çoğuda iftarda olmak üzere program yapıyorlar. İftar vaktinde yapılan programların kenarlarında şehirlerin iftar vakitleri yazar. İstanbul'a gelince ise resmen özel yayına geçilir. İstanbul'un boğaz manzaraları eşliğinde ezan ile birlikte bir klip gösterilir. Programda Kuran'dan bir ayet okunsa bile İstanbul'un iftar vakti geldiği için özel yayına geçilmek suretiyle yarıda kesilir. Neden İstanbulluların böyle bir ayrıcalığı var? Kuran ayeti bile yarıda kesiliyor, nedir bu kadar ayrı kılan şey? İnsan sormadan edemiyor. Sahurda da aynı saçmalık. Diğer şehirlerin imsak vakitleri geldiğinde hiç bir şey yapılmıyor; ama İstanbul'un imsak vakti olduğunda apayrı bir yayına geçiliyor.

İstanbul şehrinin ayrı noktalarından bir tanesi boğaz olması; fakat bizim sadece İstanbul boğazımız yok Çanakkale boğazımız da var; ama Çanakkale de olup bitenlerden haberimiz yok. Ancak çok büyük olay olacakta o zaman haberimiz olacak; ama İstanbulluların güneş keyfi ile ilgili haberden mutlaka haberimiz oluyor. Çanakkalelilerin güneş keyfi olmuyor herhalde.

Peygamber efendimizin (S.A.V.) "Konstantinopolis bir gün feth olacaktır, onu fetheden komutan ne büyük komutan, fetheden asker ne güzel askerdir" sözünü "Konstantinopolis bir gün feth olacaktır, onu feth edince oradaki insanları kendi ülkelerinden ayrıcalıklı kılın" olarak anladıklarını düşünüyorum. Bu yüzden olacak habire İstanbulluları ilgilendiren konularla bütün Türkiye ilgileniyormuş gibi gösteriyorlar. Nedendir bilinmez. Bu haberleri yapanların kendileri de orada yaşadığı için TV'ye taşıdıklarını düşünüyorum. Başka yerde yaşasalar bu kadar haber yapamazlar. Zaten "Bilmem ne köyü bugün güneşin keyfini yaşadı" diye haber yapsalar, büyük ihtimal "Böyle haber mi olur?" diye kapının önüne koyulurlar.

Çeşitli kanallarda da "İstanbul'un nüfus artışı" konu edilir. Birkaç üniversite profösörünü programa davet edip bu sorunu tartışırlar. Bir düşünün bakalım İstanbulun nüfusu neden artıyor? Bana göre medyada yapılan İstanbul ile ilgili haber, program ve reklamlardan dolayı nüfus artışı oluyor. Diğer şehirlerde bu tip yayınları izleyen insanlarda İstanbul'un tanıtımlarını izleyerek "Bana da buradan bir ekmek çıkar" düşüncesi ile oraya göç ediyor. Bence en büyük nedeni bu.

Oturup kalkıp Türkiye'nin diğer şehirlerinde yaşayan insanlara "İstanbul'daki olaylar daha önemli" mesajını vermenin bir anlamı yok. Herkes kendi yaşam alanını (Yaşantısını) önemser. İnsanların kendi mahallesinde olan bitenden haberi olmamasına rağmen İstanbul'dakilerden haberi oluyor. Haber niteliği olmayanlardan bile... Tabi ki her olayı haber yapamazsınız, yaparsanız haber süresi 5 saat falan olur; ama boktan boktan şeyleri haber diye bütün Türkiye'ye izlettirmenin de bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Kalın sağlıcakla...

16 Ağustos 2012 Perşembe

Sevap Keçisinin Arkadaşı Günah Keçisi

Vakti zamanında çok iyi bir keçi varmış. Herkes onu met eder, böyle bir keçinin sürülerinde olmasından dolayı hep şükür ederlermiş. Bir sürü iyilik yapmış bu keçi. En çokta sürüyü kurtların pençelerinden kurtarmış. Herkes onu parmak ile gösterir hatta bir sorunları olduğunda hep ona danışırlarmış. Çokta yardım sever biriymiş herkesin sıkıntısına ortak olur, bir problem varsa çözmeye çalışırmış. İyi biriymiş anasını satayım daha ne söyleyeyim? Küsleri barıştırırmış, yetimleri doyururmuş, mazlumların yanında olurmuş, harama el sürmezmiş falan filan. Bir cami yaptırmadığı kalmış, o derece.

Birde bunun arkadaşı varmış, çok severmiş ama sürünün geri kalanı onun arkadaşını hiç sevmezmiş. Hatta bunun arkadaşına günah keçisi diye seslenirlermiş. Hiç bir halta yaramazmış nerede bir sorun çıksın hep altından günah keçisi çıkarmış. Kötü bir şey olduğunda ne olduğunu bile bilmeden herkesin aklına ilk bu keçi gelirmiş.

Bir gün vadideki bütün otlar tükenmiş. Sürüdekiler "Ne yapacağız?" diye düşünürken, akıllarına ilk gelen günah keçisi olmuş. Herkes otların bitmesinin altında günah keçisinin bir parmağı olduğunu düşünür olmuş; ama yapacak bir şey yok bu vadiden gitmeleri gerekiyormuş. Gitme kararını verdikten sonra her şeylerini toplayıp yola koyulmuşlar. Sürünün en önünde de iyi olan keçi varmış. Az gitmişler uz gitmişler dere tepe düz gitmişler bir nehirin kıyısına gelmişler. Nehirin diğer kıyısında yemyeşil otlaklar varmış; ama nehri geçmek imkansızmış çünkü çok şiddetli akıyormuş. İyi olan keçi sürüye dönüp "Nehir boyunca ilerleyeceğim siz burada bekleyin, karşıya geçilebilecek bir köprü bulursam döner sizi alırım." demiş. Günah keçisi ile birlikte yola koyulmuşlar. Nehir boyunca ilerleyip köprü var mı diye bakmışlar; ama köprüden eser yokmuş. Sürünün yanına geri dönmüşler. İyi olan keçi "Karşıya geçecek bir yer yok, buradan geçmek zorundayız." demiş. Günah keçisi söze atlamış "Bence geçmemeliyiz, nehrin durulmasını bekleyelim yoksa hepimiz boğuluruz." demiş. Sürüden biri öne çıkarak "Bu zamana kadar sana güvendikte ne oldu? Bu tarafta kalırsak eminim gene başımıza bir iş gelir." demiş. Sürüdeki diğer keçiler de aşağı yukarı böyle düşünüyormuş. İyi olan keçi "Haydi başlayalım geçmeye" demiş. Bütün sürü karşıya geçmek için suya atlamışlar. Nehrin ortalarına doğru geldiklerinde birden nehirdeki su yükselmeye başlamış. Kafalarını sudan zar zor çıkartır hale gelmişler. Aniden gelen güçlü bir akıntıyla hepsi nehir boyunca sürüklenmeye başlamış. Herkes bir yerlere çarpıp yaralanıyor, çoğuda kafasını sudan çıkartamıyormuş.

Akşama doğru sular yavaş yavaş çekilmeye başlamış, neredeyse hiç akıntı yokmuş. Nehrin kıyısında gözlerini baygın baygın açmış, iyi olan keçi. Yavaşça yerinden doğrulmuş. Etrafına şöyle bir göz atmış. Bütün sürüsü telef olmuş, hepsi boğularak ölmüş. Resmen yıkılmış iyi olan keçi. Bütün arkadaşlarının sonunu kendi elleriyle getirmiş. Suyun içerisinde dururken birden sudaki yansımasını görmüş. Ona doğru bakıp "Keşke!" diyerek söze başlamış titrek bir sesle, "Keşke senin sözünü dinleyip sürüyü karşıya geçirmeseydim günah keçisi." demiş.

Kısaca toparlarsak yaptığımız hataların sonuçlarını mutlaka birine veya bir şeye bağlamak isteriz. Suçlu ararız açıkçası; ama genelde bütün suçlu kendimizizdir. Yaptığımız hatayı kabullenmek istemediğimizden dolayı günah keçisi ararız, ki buluruz da. Sonra bütün suçu ona yükleriz, bazen affederiz bazende ömür boyu suçlamaya devam ederiz. Suçladığımız da, affettiğimiz de aslında biziz.

Mesela alkollü araç kullanarak kaza yapıp sakat kalan birisi günah keçisi olarak alkollü araba kullanmasını göstermez. Kaderimizde varmış, alın yazısı gibi cümleler söyler. Günah keçisi olarak kaderi suçlar. Onun düşüncesine göre alkollü araba kullanmakta bir problem yoktur. Kaza yapmasına neden olan kaderi olarak düşünür. Utanmasa Allah'ı suçlayacak. Gerçi kaderi suçlayarak yaptığı farklı değil ya neyse...

İnsanların kendi hatalarından ders alması ile daha olgun bireyler haline geleceğini düşünüyorum. Bir şeylerin suçunu yükleyecek keçi arayacağımıza "Burada hata yaptım" demek daha olgun bir davranış. Keçilerinizle iyi geçinmeniz dileğiyle, kalın sağlıcakla.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Alışveriş Merkezlerindeki Tuzaklar

Genelde alışverişe gitmeden önce liste çıkartılır; fakat her ne hikmetse o listeye hiç sadık kalınmaz. Hep listedeki alınacaklara ilaven abuk subuk şeyler alırsınız veya evde yaptığınız tahmini bir hesap oradaki fiyatlara uymaz. Halbuki siz evde fiyatları fazladan hesaplamışsınızdır. Neyse başa dönelim, liste çıkarttınız alışveriş merkezinin içine attınız kendinizi. Başladınız alışveriş yapmaya. Çok fazla harcama yapmamak için hazırladığınız listenin dışına çıkmamaya gayret ettiniz. Kasaya geldiniz güler yüzlü bayan sizden mağazanın puan toplamanızı sağlayan bilmem ne isimli kartını istedi, sözde indirim sağlıyor. Bütün ürünler bip, bip diye geçti ve o güler yüzlü bayan ağızından çıkarttığı toplam borcunuz ile sıçmık suratlı bir şeye dönüştü; çünkü o kadar tutmaması gerekiyordu. Evdeki hesap, alışveriş merkezine uymadı. Aslında uydurulmadı; çünkü sizi bir güzel tuzağa düşürdüler. Burada size mağazalarda hazırlanmış tuzakları anlatacağım.

Alışveriş marketine girerken genellikle sağ tarafınızda alışveriş arabalarını bulursunuz. Bunu yapmalarının nedeni insanların büyük bir çoğunluğu ilk girdiklerinde sağ tarafa yönelmeleridir; çünkü insanların büyük bir kısmı sağ taraflarını kullanırlar (Sağlak).

Alışveriş arabası alma nedenimiz, alacağımız ürünleri rahat taşıma isteğimizdir. İki parça ürün bile alsak alışveriş arabasını kullanırız; çünkü rahattır. Gelelim madalyonun diğer yüzüne, iki parça ürün aldığınızda alışveriş arabası büyük olduğundan psikolojik olarak sınırlandırılmazsınız yani arabada daha yer vardır. Buda sizi bir şeyler almanızdaki engeli kaldırır. Sizde arabayı psikolojik olarak "Nasıl olsa yer var" diyerek doldurmaya başlarsınız.

Alışveriş merkezlerinde daha fazla zaman harcamanız için mekanlarda zaman ile ilgili her şey kaldırılır. Saat gibi ürünler de ya pili yoktur çalışmaz yada farklı bir zamanı gösterir. Bu tip mekanlarda sizi zamandan koparmak için gün ışığından uzak tutarlar yani hiç pencere yoktur. Bu durumda siz dışarısını görmezsiniz ve "Ay hava karardı, akşam oldu" gibi düşünceleriniz ortadan kalkar. Zaman neden bu kadar çok önemlidir? Çünkü siz ne kadar zaman harcarsanız o kadar çok bir şeyler alma potansiyeliniz artar. Özellikle uzun süre alışveriş merkezinde zaman geçirenler yoruldukları için kasada sıraya girip beklerken, kasa yanlarında bulunan çikolata, su gibi ürünlerden alma ihtiyacı duyarlar. Çünkü yorulduğunuz için şeker seviyeniz düşer çikolata alırsınız daha sonrada su ihtiyacınız ortaya çıkar.

Bu tip mekanların ısıtma sistemleri yazın serin kışın ise sıcak olarak ayarlanır. Buda sizin rahatça alışveriş yapmanızdaki bir engeli kaldırır. Kimse yazın sıcak bir mekanda dolaşmak istemez. Birde arka fonda müzik çalar buda sizin rahatlamanız için yapılmış bir şeydir. Sizin için alışveriş ortamını en iyi düzeye getirme amaçlı.

İki reyon arasında kare şeklinde yerler vardır. Buralar dinlenme noktası olarak yapılmış yerlerdir. Siz bir reyondan diğerine geçerken ortada bulunan dinlenme noktasında durursunuz, bunun üzerinde indirime girmiş ürünler bulunur, sakın inanmayın. O ürünün satıldığı reyona gidin mutlaka daha ucuzunu bulursunuz. Oradakiler indirime girmiş gibi gösterilerek siz dinlenme noktasındayken almanızı sağlamak amaçlı indirimde gibi gösterilir.

Birde 99 ile biten ürünler vardır. Çoğunuz merak etmişsinizdir neden 4,99'da 5,00 değil diye. Bu sizin matematiğinizi karıştırma amaçlı yapılmıştır. Siz hepsini toplayamazsınız, bu durumda hesap yapmaktan vaz geçersiniz. Sadece 99 ile bitirmezler sonunu, sizin toplama yapmanızı zorlaştırmak için 2,63, 4,79, 3,33, 9,97 gibi numaralandırma yapılarak doğru hesap yapmanıza engel olmaya çalışırlar. Telefondaki hesap makinesini kullanmanızı tavsiye ederim. Birde bu 99 ile biten fiyatları farklı yorumlarız, mesela 9,99 TL'lik bir ürün var. 10 TL olsaydı, 10 TL olurdu; ama o 9,99 yani 9 TL olarak görülüyor veya 10,99 TL'lik bir ürünü 10 TL değerinde düşünmemiz gibi.

Son olarak reyonlardaki göz hizasındaki raflara dikkat edin. Genellikle göz hizasındakiler pahalı ürünler olup ucuz olanları ise göz hizasında olmayan raflara koyarlar. Alt raflara veya üst raflara doğru baktığınızda  daha ucuz olanları bulabilirsiniz. İyi alışverişler, kalın sağlıcakla.

A Personal Perspective on Classroom Management for Computer Education

Rules and Procedures (1/5)

What a teacher wants to have is effective classroom management skills. No one was born with these skills. Everyone has gained or will gain them while experiencing day by day. Therefore, let’s begin with the Rules and Procedures.

I have already known importance of this part of the CM skills from TEGV* seminars. I have participated to their seminars but I’ve never got a chance to practice my knowledge there for some reason like having no time to go there, and so on. Anyway, I think that the most important thing, as a teacher, is to believe in what you do and yourself. As Napoleon Hill famously says, “Whatever the mind of man can conceive and believe, it can achieve.”

Rules and Procedures

Let’s firstly think about the “Rules and Procedures”. I think I will pay so much attention to this part since rules and procedures is very important in Computer education. Let’s see why:
Most essential rules:

  1. DO NOT bring beverages and food to the computer labs!
  2. DO NOT start the computer until the teacher says you can!
  3. DO NOT play with cables!
  4. DO NOT hesitate to ask help from the teacher, if you have a problem with computer!
  5. DO NOT use the computer or any other electronic devices if your hands are wet!
  6. DO NOT disturb your friend or the teacher, while they are speaking!
Procedures:
  1. If you come to the lab sessions with beverages and/or food, eat them out of the classroom door but in front of it!
  2. If you find the computer already started, let the teacher know it, but if you start it before teacher allow you to start it, you’ll be given extra work to do individually and on the lab after the class.
  3. If you play with cables, you will get -10 points from your bonus grades. The reason to be applied this rule and procedure is that playing with electronic cables are DANGEROUS! If you have a broken cable, the cables may cause you to die!!
  4. If you have a question, please raise your hand and wait quietly!
  5. If you come to the lab session with your wet hands, DO NOT use computers or even touch them and any cables! They can also be DANGEROUS and FATAL! Please raise your hands quietly and say the situation to teacher, he will give you napkin.
  6. Without any important reasons If you disturb someone while he/she saying something, you’ll get a warning first. If you repeat this for a second time, you will cause your bonus grades to decrease by -5.
Note: This is a part of a whole article written by me. That is, you will find its continuation with this link.

Writer: yazar@yokartikya.com

Physical Environment of a Computer Lab


Physical Environment of a Computer Lab (2/5)

The physical environment of the classroom is arranged in the way that facilitates learning. It aims to create most effective learning environment for students. In my subject, I think there are several types that can be applied. 
First example as an ordinary and generally used in labs’ arrangement:
http://cvs.snaz.org/images/roomlayout.gif
Second one that I have designed:
This picture and classroom design belongs to me. They all are designed by me.
For use, please ask permission!
What I want my computer labs’ environment is certainly this type of arrangement. But, let’s begin to consider both of them advantages and disadvantages basically.
First example;
Second one that is my favourite:
Also in the second example, there should be a digital projector on the top. Lightning should be setup in the way shown below:

This picture and classroom design belongs to me. They all are designed by me.
For use, please ask permission!
When a discussion/decision session occurs, the lights numbered 2 should be opened. While students are working in a task using computers, lights numbered 1 should be opened. This will also help them focus on task and provide with a healthy lightning setup.

Note: This is a part of a whole article written by me. That is, you will find its continuation with this link.

Writer: yazar@yokartikya.com

Positive Classroom Management

Positive Classroom Management (3/5)

I believe I will be a teacher like a friend but like an adult. I love teaching, and children. I will have some certain rules, and some procedures but I will behave not like a robot teacher or not like a traditional teacher. I am an open-minded person, so I will listen all to my students and their concerns and comments about life and my lesson. I will believe that they can reach the achievement level that we expect from them.

I will also make them not only about the topics included in the lesson but also about themselves. I’ll make them see that I believe them to achieve the levels that I expect, and I‘ll make them realize if they also believe themselves, they will succeed and gain whatever they aim at. In my lesson, I can motivate to pay attention to the lesson by saying you will get “LCE”!. “LEC or FCT” stands for “Leave Class Earlier or Free Computer Time” and that means if they complete their group or seat work earlier, they will choose one of them. First one can be done if they complete their tasks and if there is 5 minutes left for the end of the lesson.

What about the off task behaviours during class? I will extremely support to behave in a friendly way that we use generally body-language or eye-contact. I will use most probably eye contact as a first approach to the off-task behaviour. After I try to give an interesting example about the topic including his/her name. Then, I can use body language and physical proximity. But I exactly avoid behaving in an offending way.


Note: This is a part of a whole article written by me. That is, you will find its continuation with this link.


Writer: yazar@yokartikya.com

Managing Problem Behaviours


Managing Problem Behaviours (4/5)

At the beginning, I know that if students know my expectations from them, and if we together (me and my students) set the rules and procedures appropriately and well at the very beginning of the lesson, the problem behaviours are reduced. And, there will be both major and minor problem behaviours that we will face.

For the minor problem behaviour such as coming late, whispering and so on, I can remind them the rules and procedures. If we together realize that these rules and procedures do not work well, we can reset them. When I see that the current topic causes the problem behaviour, I can try to make the lesson more interesting and fun by using more materials, or at least I can use body language to make instruction more attractive and effective. Even though I try to eliminate the problem behaviour and if it is still on the stage, I can talk with the student about the situation causing the problem calmly and quietly. And again, if it persists, I can meet the student privately after the lesson and I want him/her to take the responsibility for regulating his/her own behaviour by giving him/her a contract ,which the problem behaviour and procedures are written on, to sign it and saying that “if you don’t comply with the contract, we can make an appointment with your parents to talk about the situation”.

For the major problem behaviour such as violence, there is nothing to say. I will be strict teacher and my all students will exactly know the procedures for this kind of situation that I will follow. The procedure is that if there is violence in my class, this will be solved in the disciplinary office.

Note: This is a part of a whole article written by me. That is, you will find its continuation with this link.

Writer: yazar@yokartikya.com

Group Work, Seat Work and Recitations


Group Work, Seat Work and Recitations (5/5)

As you know, my favourite classroom design for the computer education is exactly support the group work, seat work and recitations.

This picture and classroom design belongs to me. They all are designed by me.
For use, please ask permission!

At the beginning of the each class, the students will sit the chair around the table located in the centre of the classroom. This table will be used for the decision of the group work, seat work, recitations and discussion.


For the group work, they will sit their chairs around DDT*.  I will explain the task and assign them to the groups. And if they are supposed to use the computers after my explanation and assignment the groups is done, they can use them and they are free to move during the group work and free to talk. In this way, they will enjoy the class.


For the seat work, they will sit their chairs around DDT* again.  I will explain the task and steps that they have to follow. Then, they will move on to their computers and do their seat works there. They are not allowed to move on and talk during the seat work. If they have a question about the work, they can raise their hands and I will stand by them. After, they can ask their questions quietly.

For the recitation work, they will sit their chairs around DDT* again and I use the whiteboard for the recitation section.

*Discussion/Decision Table

Writer: yazar@yokartikya.com

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Öylesine Yaşamlar

Çok fazla görüyoruz çevremizde, herkes öylesine bir hayatın ucundan tutmuş öylesine yaşamlarını sürdürüyorlar. Yaptıkları işlerde öylesine oluveriyor, neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Bir yerden sonra alışıyorsunuz öylesine yaşayanlara. Sonra bir bakıyorsunuz sizde öylesine yaşıyorsunuz. Peki nedir öylesine yaşamak? Yapacağınız bir işin en vasat haliyle yapmak yada onu bile yapmamak.

Nedenlerine gelirsek kimse olmak istediği yerde olmadığından dolayı gerçekleşen bir sonuç olarak görüyorum. Mesela siz küçüklüğünüzden beri tiyatroda oynamak istiyorsunuz; ama geldiğiniz nokta avukatlık. Sizce ne kadar verimli olabilirsiniz? Bence en verimli halde işinizi yapamıyorsunuz çünkü yapmak istediğiniz iş bu değil. Gel gelelim yaşam mücadelesine. Bu mücadeleyi vermek için para kazanmak zorundasınız, geldiğiniz nokta da avukatlık, ne yapacaksınız? Avukatlık; ama nasıl avukatlık? Yaşam mücadelenizi gerçekleştirmek için yapacağınız bir avukatlık yani öylesine avukatlık. Kısaca sizi belli koşullar altında gelmek zorunda kaldığınız noktadan devam etmek zorundasınız; ama istediğiniz nokta hiç bir zaman o değildi. Bir şekilde bu noktadan devam etmektesiniz ve isteyerek yapmıyorsunuz. İstemediğiniz durumlar altında bu noktaya geldiğiniz için içinizden gelmeyerek bir şeyler yapıp yaşamınızı devam ettirmeye çalışıyorsunuz. İşte ben buna öylesine yaşam diyorum. İstediğinizi yapamayıp hayatınızı geldiğiniz durum ile devam ettirme hali.

Şöyle bir etrafınıza bakın, her taraf olmak istemeyipte yapmak zorunda olduğu işe sahip insanlarla kaynıyor. Bütün Türkiyeyi bir alana toplayıp "Kim istediği işi yapıyor? Parmak kaldırsın" diye sorsak, parmak kaldırmayanlardan dolayı parmak kaldıranlar gözükmez. Bunun sonucunda ne oluyor? Hiç bir iş istenildiği gibi olmuyor, herkes mutsuz ve herkesin kafası eskiden kurduğu hayallerde. Üç adım ileri gidip iki adım geriye gidiyoruz daha doğrusu gitmek zorunda kalıyoruz. Hatta bazen bir bakıyoruz hala olduğumuz yerdeyiz.

Mesela eğitim sistemimiz, öylesine yapılmış bir sistem. Kim sorsa eğitim sistemine sahibiz. Bu eğitim sisteminden geçen çocuklarımızı PİSA sınavına sokuyoruz, sondan ilk onda oluyoruz; çünkü öylesine eğitim sistemimiz var. Olması gerektiği için olmuş bir şey... Herkesin bildiği bir sorundan ele alayım. Ehliyeti neden bize veriyorlar? Otobanda 200 km hız ile gidip kaza yapmamız için mi? Bu akşam haberleri açın, en az bir tane trafik kazası göreceksiniz, oda büyük ihtimal İstanbul'da olmuştur bu yüzden televizyona çıkmıştır. Televizyona yansıyanlar haricinde Türkiye'de o kadar çok kaza oluyor ki sanki ehliyet kaza yapmak için verilmiş. Bana kalırsa o ehliyetin hiç bir anlamı yok. Sadece prosedür gereği verilmiş mavili beyazlı bir belge; ama alan ile almayan arasında hiç bir fark yok. İkisi de trafik kurallarından habersiz işler çeviriyor, yani öylesine ehliyet veriliyor. Zaten almasıda çok kolay, son 10 yılın sorularını çözüp sınava girin 2 veya 3 tanesi hariç hepsi aynı çıkıyor; çünkü soruları hazırlayan adamlarda hazırlamak için hazırlıyor, yani öylesine. Sonra biraz araba kullanmasını öğrenip sınava girseniz yeterli, ehliyeti alıveriyorsunuz. Trafik kurallarını falan boş verin zaten kimsenin uyduğu falan yok. Herkes ölümüne araba kullanıyor.

Kısaca ülkemizde o kadar çok öylesine işler var ki, bütün halk baştan aşağıya öylesine yaşantılarla dönüyor. Hiç kimse de buna tepki göstermiyor; çünkü yaşadığımız hayata öylesine bakıyoruz. Kalın sağlıcakla.

Öğretmen Olmak

Öğretmen olabilmek günümüzde o kadar zor bir şey değildir. Herkes öğretmen olabilir; ama gerçekten öğretmen olabilmek için istemek gerekir. İçinizden gelmelidir yoksa olmaz. Öğretmenin işi okulda bitmez, evde de yarınki ders için hazırlanır, "Dersi en iyi şekilde nasıl anlatırım?" veya "Öğrencilerin dikkatini nasıl çekerim?" diye düşünür. Öğrencilerinin sorunlarına ortak olur, üstesinden gelmek için yardımcı olmaya çalışır. Okulda öğretmen, evde farklı bir insan olamazsınız her zaman öğretmensinizdir. Örnek olmanız gerekir. Sigara sağlığa zararlı deyip tenefüste sigara içerseniz örnek olamayacağınızı bilirsiniz. Kolay değildir öğretmen olmak. Bir paragrafa sığmaz.

Peki insanlar neden öğretmen olur? Genelde son tercihidir, çıkmaz diye yazar. Sonra üstteki tercihleri olmaz öğretmenlik olur, istemeye istemeye öğretmenlik yapmaya başlar. Bir başka tercih nedeni de çevrelerinden gelen nasihatte gizlidir "Öğretmenlik seç bak, 3 ay tatili var oh kebap" tarzı öneriler verilir. Sırf 3 ay tatili var diye öğretmenlik seçilir. Sonrası malum öylesine öğretmen olurlar, öylesine eğitim verirler ve sonuç olarak öylesine öğrenci yetiştirmiş olurlar. Bir de gerçekten öğretmen olmak için seçim yapanlar var onlara bir lafım yok zaten.

Okul hayatınıza dönerseniz mutlaka iyi öğretmen veya kötü öğretmen olarak ayırdıklarınız vardır. Öğretmenlerin ağzında bir laf vardır "Hep öğretmen kötü olur zaten" diye çoğunda öğretmenler haklıdır; ancak öğrencilerde bir öğretmenin iyi veya kötü olduğunu anlayabilirler. Derslerin boş geçmesini sağlayan, sizi serbest bırakıp hep eğlenmenizi sağlayan ve o zamanlar iyi sandığınız öğretmenleri kastetmiyorum. Dersini severek dinlediğiniz, size adınızla hitap eden, sıkıntınız olduğunda anlayan öğretmenleriniz mutlaka olmuştur. Hatta bir öğretmeniniz sayesinde hayatınızın değiştiği de olmuştur. Tabi bir öğretmeniniz sayesinde hayatınızın kötü yönde değiştiği de... Geriye doğru baktığınızda çok rahat görebilirsiniz gerçekten isteyerek öğretmenlik yapanlarla istemeyerek öğretmenlik yapanları. Giyinişinden, tavırlarından belli olur. Her sabah kalktığında "Gene okul" diyenle "Yaşasın gene okul" diyen öğretmenin derslerine girme hakkımız olsa aradaki farkın dağlar kadar olduğunu görebilirsiniz.

Öğretmenliğin ne demek olduğunu en iyi şekilde Sadık Öğretmen'in yaptıklarıyla anlatabilirim. Sadık öğretmen'in ilk tayini 1995 yılında Adıyaman'ın Kahta ilçesine bağlı Göçeri köyüne çıkıyor. Gördükleri ile tam bir hayal kırıklığı yaşıyor; çünkü Göçeri İlköğretim Okulu tütün ve gübre ambarı olarak kullanılıyor, eğitimden de eser yok. Elleriyle gübre temizlemeye başlıyor. Dertler gübre temizlemekle de bitmiyor okulda eğitim yapabilmek için hiçbir araç gereç yok. Bunun üzerine kampanya yapmaya başlıyor. Yerde sakız kağıdı bulsa üzerinde adres var mı diye bakarak her yere e-posta ve mektup gönderiyor. Kampanya başarıyla sonuçlanıyor. 3.500 öğrencilik yardım topluyor ve öğrenciler bu yardımlarla hiç para harcamadan okutulmasını sağlıyor. Bunun haricinde köye 10.000 kitaplık kütüphane açılıyor, okuma yazma oranı %9'dan %64'e yükseliyor. Bunların hepsi bir anda olmuyor tabi ki 3 yıl sürüyor. Bu 3 yıl içerisinde ailelerin kafasındaki "Eğitime gerek yok" düşüncesini tersine çevirmekle uğraşıyor. Okumaya başlayan çocuklardan fen lisesini bile kazanan çıkıyor (Sadık Öğretmenin hikayesini kısaltarak anlattım araştırırsanız daha çok bilgiye ulaşabilirsiniz). İşte öğretmenlik böyle bir şey... Sadık Öğretmen pes etmedi elinden gelen her şeyi yaptı. Şehir veya yer ayırt etmedi "Ben köyde yapamam" deyip geri dönmedi. Neden? Çünkü o gerçek bir Öğretmen.

Öğretmenlerin 15 saat çalışıp aldıkları maaşların hak edilmediği yönünde haberler çıktı. Hiç bir yorum yapmadan aynı sorunun bir benzerini anlatacağım. İngiltere'de doktorlar öğretmenlerden daha fazla çalışmasına rağmen öğretmenlerle aynı maaşı almalarından dolayı, neden öğretmenlerin doktorlarla aynı maaşı aldıkları soruluyor. Bunun üzerine yapılan araştırma sonucunda, öğretmenlerin 1 saati diğer mesleklerin 3 saati olduğu ortaya çıkıyor (Beyin aktivasyonuna göre) ve hatta Birleşik Krallık'ta öğretmenlere yüklenen iş yükünün azaltılması yönünde yasa çıkartılıyor. Yorum yok.

Öğretmen olmak için öğretmen olmayı istemek gerekir. Öylesine öğretmen olmak veya öylesine öğretmenler yetiştirilmesine katkıda bulunmak, öylesine nesiller yetiştirmemize neden olur. Kalın sağlıcakla.

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Üniversiteyi Kazanamadım

Hiç üzülme bir daha ki seneye girersin, diyerek canınızı sıkan bir çok insanın çevrenizde dolaşıp nasihat verdiğinden eminim. Çoğuda konuşmak için konuşur zaten, sonuçta ne derlerse desinler siz hiç birini takmıyorsunuz bile.

Öncelikle boktan bir dönemde olduğunuzu söyleyeyim. Bu dönemi kısaca özetlemek gerekirse, ilk önce sınava girdiniz girene kadar bir stres, sınavdan çıktınız her görenden "Nasıl geçti?" sorusuyla ayrı bir stres. Sorular açıklandı, onu mu işaretledim bunu mu işaretledim diye ayrı bir stres. Puanlar açıklanana kadar ayrı bir stres. Ardından ikinci sınav geldi onda da bir stres. Sınav bitti ilk sınavdaki gibi soru yağmuru. Onun puanları açıklandı. Sonra tercih yaptınız. Bir de bunların sonucunu öğrenmek için ayrı bir stres yaşadınız. Sonra bir baktınız sonuç kocaman bir sıfır. Hiç bir yeri kazanamadınız. İnsan bunları yaşadıktan sonra koca bir senem boşa gitti diye düşünüyor bir de sadece son 3-4 ayın stresinin boşa gittiğini anlayınca kendinizi kocaman bir sıkıntı içerisinde buluveriyorsunuz.

Kendi başımdan geçeni anlatayım. Sınavına girdim, sonuçlar açıklandı, tercih yaptım ve kader anı olan tercih sonuçlarının açıklanacağı gün geldi. Bilgisayarın başına geçtim, tek düşündüğüm "Bir yeri kazanabildim mi?" yanımda da annem, TC numaramı kopyaladım ve sürekli sayfayı yeniliyorum. Her yenilemede de şu kadar zaman kaldı, bu kadar zaman kaldı gibi yazılar çıkıyor. Son 10 saniyeye girdik ve kafamda o kadar çok düşünce var ki anlatamam. Beynim hiç o kadar çalışmamıştı. Sanki içeride bir motor çalışıyor ve her devir yaptığında biraz daha ısınıyor kafamın içi ve resmen alevler çıktığını hissediyorum. Son 2 saniyeye girdik artık sonuçlar açıklanacak ve yemin ederim o an duran bir nesneye yoğunlaşmış olsaydım kesin havalanırdı. Son 1 saniye ve sayfa açıldı. TC numaramı yapıştırdım ve sayfa açılana kadar geçen birkaç milisaniye benim için geçen 10 yıl gibiydi. Sonunda sayfa açıldı. Bir yere yerleşememişim.Tek yapabildiğim anneme dönüp "Kazanamamışım" demek oldu. Sonrası malum, herkes yıkıldı, evden cenaze çıksa bu kadar olur. O gün ev telefonu genelev telefonunu aratmadı. İpini koparan arıyor, eğer arayan yakın bir akraba ise annemle beraber ağlıyordu. Babam işten geldi, bir postada onunla beraber üzüldük. Çok boktan bir gündü.

Sonra ne oldu? 2. sene tekrar hazırlandım bu sefer kazandım. Demin anlattığım o günü boşu boşuna üzülerek geçirmiş olduk. 2. senemde kazanmış biri olarak, önünüzdeki seneye odaklanın bence. Yaz bitmek üzere doya doya yaşayın. Önünüzde okulsuz ve vaktinizin tamamı size kalmış bir sene olacak. Emin olun çok rahat hazırlanacaksınız. Konuları önceden bitirip kalan zamanınızda bolca tekrar etme vaktiniz olacak. Tekrar söylüyorum, hiç üzülmeyin. Bu seneyi çok rahat geçireceksiniz. Gün 24 saat 8 saati uyku, 8 saatini ders, kalan 8 saat size kalmış. Baya rahat.

Son olarak bir şey daha söyleyeyim. Dershanelerin anlattığı toz pembe üniversite hikayelerine inanmayın. Yok üniversiteye gidince rahat olacaksınız, yok bir kapak atın bir daha rahat, hep eğleneceksiniz bilmem ne. Yok öyle bir şey. Üniversiteye gelince, hiçte öyle olmadığını anlıyorsunuz. Hayata başlamanın bir adım gerisi ve gerçekten çok stresli. Mezun olunca ne yapacağım derdi başlıyor. Kalın sağlıcakla.

Üniversite sınavına tekrar hazırlanmak ile ilgili bir yazı: Üniversiteye Tekrar Hazırlanmak

3 Ağustos 2012 Cuma

Giving Them The Freedom Of Being Exposed To Right One

Thanks to its unstoppable development, technology has been giving people lots of innovations. Media is one of them. It has, however, affected societies mostly so far. No doubt about it. Until media has started to influence societies, it has made people consumers of it. Among these consumers, children have personalities which can be affected quickly. Media can influence their lives negatively or positively, which has raised some questions among parents; what can we do as parents when media are interfering with our children’s lives? and should we prevent them from using media?. The answer is that children should be allowed to use media tools only for educational purposes and also under parental control.
            
Some people point out that media tools with violent content may bring about some psychological damages during their development. Firstly, the proponents of this approach emphasize that children who are exposed to media violence can begin to behave violently toward others by imitating what they have seen on media tools. In the article named “Television violence affects children, so how can we work to keep our kids safe? Where do we draw the line?”, it is argued that after seeing characters kill and hurt, children may not be able to distinguish between the real life violence and virtual one and also they interpret violence is a way to solve problems (n.d., para. 4). Secondly, they also say that media tools containing violence both cause that kids have more fears about the environment where they live, and cause that children become more suspicious about the people around them, even about their parents. These approaches seem to be somewhat rigid. To begin with, people can make their kids watch educational media programs by taking them under parental control. In this way, children are exposed to the right content which is beneficial for them. Moreover, people can protect them from violent media by simultaneously explaining, for example, what something that children were exposed to is to them, and then by listening to their worries about this situation. DeBenedittis (n.d.) supports this ides by saying that “Cut your viewing in half, and spend that time talking to your children.” and also adding that this suggestion has been given to thousands of parents by the New Mexico Literacy Project, and one year later parents said their relationships with their children have improved (para. 8).
            
Some people also claim that mass media might disable children to expand their social environment. To begin with, the opinion of proponents of this idea is that mass media give no chance to kids in order to interact with someone. They are just sitting or being put in front of televisions. In this way, parents let them directly be exposed to mass media. Moreover, it could be asserted that letting them to use mass media does not make them gain social skills such as getting along with others, playing and sharing something with others. Even though they insist on this issue, these views are not always the case. Firstly, children are not alone when using mass media, which helps them gain social skills. Huckelba & Corsaro (2004) emphasize that “When with their friends, children would discuss television programs and play games based on certain television shows.” (p. 4). Secondly, feeling some emotions with others at the same time helps their emotional development. That is, media can expose them to lots of different feelings while they are using it, and they feel these feelings together. As a result, they can gain an ability to recognize emotions in others, which is supported with a research indicating that basic emotions such as happiness, sadness, and fear experienced by television characters can be easily identified and differentiated by children (Wilson, 2008, p. 89).
            
Others state that when used for educational purposes, media tools especially help their cognitive development enhance. In the first place, while kids are being exposed to the right content such as educational programs, their creativity improves. Indeed, not only does it help them broaden their imaginations but it also gives them a chance both to think about events and to look at them from different perspectives. Furthermore, with the help of educational mass media, the pace of thinking and determining in some cases quickly can enhance. Using it, children may gain problem-solving skills. Gaining these skills makes them learn how to overcome problems in their lives by quickly thinking and then determining. Owing to educational media, they can gain and enhance their spatial skills. In this way, they can become more successful in their academic lives. Schmidt & Vandewater (2008) assert that “Students who watched a film depicting the unfolding of a three-dimensional object significantly improved their score on a test requiring identification of unfolded objects.” (p. 66).
            
All in all, media tools can be considered as machines but they should not be regarded as destroying ones. If these machines are used for producing beneficial results, societies can reach another higher level, which indicates they are becoming more conscious about the electronic world. Becoming more conscious and using media machines for beneficial purposes, people can find lots of benefits which media has given them in their daily lives. In this electronic world, parents can also find something good for their kids. Then, parents can help them gain beneficial things from media, if they do not give their kids freedom of watching whatever they want, and they do not put them in front of media machines and leave them alone while they are being exposed to unknown media content. Last of all, the answer of the question; what can we do as parents? is obvious that parents should let their kids use media tools but they should choose right ones with the most beneficial and educational contents for them, and also they should let them use under their control.

REFERENCE

DeBeneditti, P. (n.d.). Parenting to Protect Children from Harmful Media. Retrieved May 2,
            2011, from http://www.medialiteracy.net/pdfs/parent_protect.pdf

Huckelba, A., & Corsaro, W. (2004). Interpretation of the Media in Children’s Peer Culture.
the American Sociological Association, 1-20.

Schmidt,  M., & Vandewater, E. A. (2008). Media and Attention, Cognition, and School
Achievement. Children and Electronic Media, 18 (1), 63-85.

Television violence affects children, so how can we work to keep our kids safe? 
           Where do you draw the line?. Retrieved April 11, 2011, from

Wilson, B. J. (2008). Media and Children’s Aggression, Fear, and Altruism. The Future of
            Children, 18(1), 87-118.

Writer: yazar@yokartikya.com