6 Ocak 2015 Salı

Mutluluk Dediğin..

Yahu nedir bu mutluluk dediğin? Elle tutulmaz, gözle görülmez. Birisi derse ki “Ben mutluyum” kanıtlayamaz. Mutluysa mutludur, sadece anlarsın mutlu olduğunu, belki görürsün yüzündeki gülümsemesinden veya gözlerinin içindeki parıltıdan; ama genede gösteremez sana ne kadar mutlu olduğunu. Ölçüsüde yoktur hani.. Diyemezsin 3 kilo mutluyum 5 kilo mutluyum veya diyemezsin çok mutluyum, 8 kilometre... Mutluysan mutlusundur işte sekiz harflik  “mutluyum” kelimesi ile anlatıverirsin.

Din, dil, ırk gözetmeksizin varlığını sürdürür. Sadece kelimelere veya konuşmaya döktüğünde farklılık gösterir. İngilizce de “I am happy” dersin Türkçe de “Mutluyum” ama bir farklılık yoktur genel olarak. Aslında vardır da dil olarak vardır o farklılık,  yoksa gene tarif edemezsin ne kadar mutlu olduğunu.


Hani derler ya mutluluğu satın alamazsın diye, pek katılmıyorum buna aslında. Neyle mutlu olduğunla değişen bir şeydir bu... Eğer sen fiziksel bir şeyin varlığıyla veya aracılığıyla mutlu oluyorsan ve buna ulaşmak için para gerekiyorsa, satın alabilirsin mutluluğu. Küçük bir örnek vermek gerekirse, eğer son çıkan her hangi bir marka otomobile sahip olduğunda mutlu olacaksan, e tabi paran da varsa rahatlıkla mutlu olabilirsin. Yani bu açıdan bakarsak para ile satın alabilirsin mutluluğu.

İlla ki lüks bir durum da olmaya bilir tabi.. Küçük paralarla da mutluluk satın alınabilir. Mesela soğuk bir kış günü sıcacık bir kahve veya çay da sizi mutlu edebilir. Bu mutluluğa kavuşmak için köşede kahve veya çay satan dükkana gitmeniz yeterli, tabi gideceğiniz yere göre değişir. Starbucks falansa biraz parası tuzlu olur muhtemelen. 

Aslında demek istediğim mutluluğu parayla satın alabilirsiniz; ancak bu mutlu olma durumu bir şey vasıtasıyla olur. Gene birine gidip "Bana yarım kilo mutluluk kardeş, ne kadar?" diyemezsin. İlginç olan kısım da burasıdır zaten. Büyük ihtimal bilimsel olarak mutluluğun nasıl bir şey olduğu açıklanmıştır. Eğer yanlış bilmiyorsam çikolata da bize mutluluk hissini veren o hormondan varmış. Ne kadar doğrudur orasını bilmiyorum; ama sonuç olarak durum açıklanırken mutluluk hissinden bahsediliyor, yani his.. Gibi ama değil, Rokayla kuzu kulağı gibi, biri ekşi olur ötekinin tadı biraz daha farklı. Umarım anlatabilmişimdir.

Birde gariptir bu mutlu olma durumu. Sizin mutluluğunuz başkasının mutsuzluğu da olabilir. Mesela karşı komşunun evlenmesi mutlu bir olayı temsil eder; ama çaprazdaki evlenemediği için mutsuz olabilir. Bir bakıma durumdan duruma da değişkenlik gösterir bu mutluluk dediğimiz her ne boksa. Aynı şey şu andan benim için de geçerlidir büyük ihtimal. Dışarıda kar yağdığı için mutluyum; ancak dışarıda yaşayan biri için pek mutlu edici bir durum olduğunu zannetmiyorum. 

Bir de küçük şeylerden mutlu olma durumu vardır ki bu bence en iyisidir. Hayattan zevk almanızı sağlar ve o yüzünüzdeki gülümsemeyi aynada görseniz "Vay be amma mutluyum yahu!" dersiniz. Mesela çok fena çişiniz var (Evet farkındayım çok harika bir örnek olmayabilir ama küçük bir mutluluktan bahsediyoruz) ve tuvalet ihtiyacınızı karşılamanız gerekiyor. İşte o önemsiz veya küçük bir şey gibi gördüğümüz tuvalet sizin o anki durumunuz için mükemmel bir mutluluk yaşayacağınız yer olabilir. Bu durumu mutlaka yaşadığınızı düşünmekteyim. İşte o an bile bir mutluluğu temsil eder.

Diyeceğim o ki; mutluluk uzun bir cam kenarında kucağınızdaki bir kediyle dışarıda izlediğiniz kar yağışı da olabilir -ki benim bu yazıyı şu anda yazdığım gibi- veya Paris sokaklarında lüks arabanız ile gezerken aldığınız haz da.. Umarım mutluluk yapabileceğiniz kadar uzaktadır ve yaparsınız. Sağlıcakla kalın..

La Rafle ve Günümüze İlişkin Çıkarımlar

Geniş çerçeveden bakıldığında çok uzak bir tarih değil 1945’li yıllar. Yaklaşık 70 sene evvel yaşanmış bu olaylar insanlık tarihi açısından kara bir leke. Neyse ki şimdilerde insan hakları iyice yaygınlaştı ve artık böyle veya buna yakın olaylar olmuyor(!) demeyi çok isterdim; ancak 70 yıl önce büyük acılar yaşamış olan Yahudilerin bile Filistine yaptıkları çok ironik. Daha barışçıl ve insancıl olmaları gerekirken zamanın Almanlarından farkları neredeyse kalmıyor. Belki ben o coğrafyada yaşamadığım için böyle algılıyorum; ama sanırım yeryüzündeki diğer insanlar tarafından da böyle görülüyor. Ne yazık ki olan o dönemde yaşayan Yahudilere olmuş ve hala ders çıkarmıyoruz.

Filmi izledikten sonra Türkiye’ye sığınmış Suriyelileri bir parça anlayabiliyorsunuz. Filmde Yahudi oldukları için Polonya’dan Fransa’ya veya Almanların kontrol altında tuttuğu ülkelerden başka ülkelere kaçan insanlar var. Bu insanlar savaştan, ölümden yani kısaca yaşama haklarını kullanabilmek için kaçtılar. Şimdi günümüzde bunu Suriyelilerde görüyoruz. Onlarda savaştan veya ölümden kaçtıkları için buradalar ve daha bir çok Suriyeli de aynı durum içerisindeler. Eminim onlar da kaçmak için yol arıyorlardır. Hiç kimse durduk yere kendi evini bırakıp başka bir ülkede yoksulluğa kaçmaz.

Ben hala insan haklarından tam anlamıyla bahsedebilecek bir insanlığa ulaştığımızı düşünmüyorum. Bugün hala meshep ayrılıkları yüzünden insanlar ölüyor, Suriye de farklı görüşten insanlar birbirini vuruyor, hala ırkçı Almanlar var, Brezilya’da sokak çocukları öldürülüyor, Afrika’da yiyecek bulunamadığı için büyük bir oranı çamur olan kuru tabletler yeniliyor. Çok uzağa gitmemek lazım aslında bizim ülkemizde hala sağlık hizmetlerinden yararlanamayan insanlar var, romanlara, kürtlere, zenginlere ayrımcılık yapılıyor. Bugün hala yetersiz denetimler yüzünden ekmek parasını kazanabilmek, barınabilmek, çocuğunu okutabilmek kısacası insanlık haklarını elde etmek için iş kazalarında ölen vatandaşlarımız var. Birbirinin üzerine basarak cebini doldurmaya çalışan insanlar oldukça insan haklarını tam anlamıyla yaşayamayacağız, kalın sağlıcakla...

La Rafle

Günümüzde herkesin izleyip unutamadığı ve tekrar tekrar izlese de bıkmayacağı bazı filmler vardır. Hatta bu filmler her izlendiğinde farklı bir ayrıntı göze çarpar. İşte benim de herkese şiddetle tavsiye ettiğim ve yukarıda belirttiğim duyguları taşıdığım bir film: La Rafle... Kısaca filmden bahsedeceğim, eğer tarihi filmlere ilgi duyuyorsanız mutlaka izleyin (Bu arada IMDB puanı 10 üzerinden 7).

2010 yapımı Fransız filmi olan La Rafle, 16 Temmuz 1942 den sonra Fransa, Paris de Yahudilere yapılan eziyeti konu almaktadır. 1942 ile 1945 arasında Yahudi bir aile ve komşularının yaşadığı olaylar çerçevesinde konu şekillendirilmiştir.

Almanların, özellikle Polonya gibi bir çok ülkede yaptığı soykırımlardan dolayı kaçan Yahudiler’in bir kısmı Fransa’ya sığınmak zorunla kalmıştır. Almanların güçlenmesinden sonra 8 Temmuz 1942 tarihinde yaptığı baskılar sonucu Fransa da yasa değişikliğine gidilmiştir. Bu yasa değişikliği direkt olarak Yahudileri ilgilendirmektedir. Yeni yasalara göre Yahudilerin halka açık yerlere girmesi yasaklanmıştır. Kimin Yahudi olup olmadığı da üzerlerinde bulununan ve Yahudilerin takması zorunlu hale getirilmiş yıldızdan anlaşılmaktadır (Davud Yıldızı).

Yapılan görüşmeler sonucunda 14 Temmuz 1942 tarihinde Fransa’ya sonradan yerleşmiş, göçmen ve Fransa doğumlu olmayanları toplama kararı alınmıştır; ancak aynı tarih Yahudilerin kutsal günü olan Kodes Günü’ne denk gelmesinden dolayı toplama işlemi 16 Temmuz’a ertelenmiştir.

Daha önce de Yahudiler  toplanmış; ancak bu sefer kadın, erkek; yaşlı, genç; hamile veya özel gereksinimli birey olup olmadığı gözetmeksizin toplama emri çıkarılmıştır. Bu emre göre belirli bir sayı elde edilmek zorundadır ve bu sayı elde edilirken çocuklar ve kadınlar çeyrek sayılacaktır.

16 Temmuz 1942 tarihinde emir uygulanmış ve farklılık gözetmeksizin Yahudiler toplanmaya başlanmıştır. Toplananlar ilk önce bisiklet yarışlarının yapıldığı bir stadyuma koyulmuş daha sonra da bir kısmı Beaune La Rolande enterne kampına götürülmüştür. Burada da bir çok eziyet görmüşlerdir ve bir müddet sonra yakılmak üzere Polonya’da ki bir kampa götürülmüşlerdir. 1945 de savaşın bitmesi ile film de sonlanmaktadır. Sonunu ve filmin büyüsünü bitirecek yerleri izleyeceğinizi düşünerek anlatmayacağım. Filmin fragmanı aşağıdadır, sağlıcakla kalın..