30 Haziran 2012 Cumartesi

Kadın Programları

Konu başlığını bu şekilde atmak istemiyordum ama yerine başka birşey bulamadığımdan kaynaklı birşey ve genel olarak insanlar da bu şekilde tanımlıyorlar, yoksa ayrımcılık amacım yok. Bunlara kadın programları denmesinin altında yatan kötümser düşünce hakkında da birazdan birşeyler anlatacağım.

Öncelikle bu konu hakkında neden yazı yazdığımı açıklayayım, bilindiği gibi yaz tatiline girmiş bulunmaktayız ve her üniversite öğrencisi gibi bende memlekete gelmiş bulunmaktayım. Annemin her sabah izlediği programları izledim ve yemin ediyorum hayatımda böyle film gibi şeyler izlememiştim. İnsan bu programları izleyince, "izlediğim filmlerde neymiş" diyor.

Mesela "Müge Anlı ile Tatlı Sert" hayran kaldığım bir program. Öncelikle buradan, programındaki sabrından ve çözdüğü olaylardan dolayı kendisini tebrik ediyorum. Ben o programı sunsaydım büyük ihtimal çıldırırdım veya programın kapatılmasına neden olacak davranışlarda bulunurdum; çünkü öyle şeyler oluyor ki karşısında konuk ettiği adam katil; ama bu kanıtlanmadığı için hiçbir şey söylenemiyor. Ben olsam "katil sensin be piç, birde kalkmış masum gibi karşımda pişkin pişkin oturuyorsun" falan derim. Sabır bu olsa gerek. Biraz da bu programın geçmiş yayınlarına baktım gerçekten çok ilginç olaylar çözülmüş. En çok takdir ettiğim yanı "Müge Anlı Ödev Evi" diye bir projeleri var. Harika bir proje ve gerçekten işe yaradığını düşünüyorum. Keşke her program böyle şeyler yapsa, eğitim sorunu diye bir şey kalmaz herhalde... Bu ödev evleri de öyle gelişmiş tuzu kuru şehirlerde de değil. Şırnak, Van gibi gerçekten ihtiyaç duyulan yerlerde açılmış. Sırf bu projesi bile takdire layık. Örgütlenmiş bir seyirci kitlesi ve bu seyirci kitlesini yöneten mükemmel biri, gerçekten ülke için hala bir şeyler yapan birileri var.

Gelelim bu programdan sonra başlayan "Yaniden Başlayalım" adlı programa. Müge Anlı'dan sonra pek iyi olduğunu düşünmüyorum ama bunuda yeni program olmasına bağlıyorum ki ne kadar Serap Paköz (Ezgü)'ün daha öncelerde program yapmasına ramen. Programın konseptine uymayan birşey çarptı gözüme, arkadaki orkestra. Bence çok gereksiz; çünkü oraya gelen insanların üzücü hayat hikayeleri var ve arkada hareketli bir müzik olması çok saçma geliyor, neredeyse konukları oynatacaklar. Arada da laf sokunca falan dı-dı-tım-tıss diye birşey yapmıyor mu, kendimi Okan Bayülgen izliyor gibi hissediyorum. Bence o orkestranın kalkması lazım. Karşılaştırmak gibi olmasın ama Müge Anlı'da böyle birşey yok, hatta annemin söylemesine göre eğer o gün şehidimiz olmuşsa alkış veya programın fon müziğini bile koymuyorlarmış. Yeniden Başlayalım'da bunu örnek almalı bence. Bunun haricinde program dahilinde çözülmeye çalışılan konu hakkında gelen telefondaki kişilerin terslenmesi veya laf sokulması bana çok ilginç geldi. İnsan konu ile ilgili birşey söylemek için veya yardım etmek için bağlanıyor ama pişman oluyor. Bunuda rejinin acemiliğine bağlıyorum, her telefonu bağlamalarından kaynaklanıyor bence. Neyse sonuçta iyi bir program ama kat etmesi gereken yol var. Yeterince iyi olduğunda Müge Anlı'nın programından farksız olacağını düşünüyorum.

Bu programdan sonrada yaşlıları evlendirme programı başlıyor ama açıkçası o program benim dikkatimi çekmediği için ve annemde izlemediğinden hiç izlemedim açıkçası. Bu tip programlar hakkında da pek iyi düşünmüyorum, yaşlılarla dalga geçiyorlarmış gibi geliyor. Kurt kocayınca koyunun maskararı olurmuş misali...

Gelelim yazımın başında yazdığım, kadın programları denmesinin altında yatan kötümser düşünce'ye. Ülkemizde genel olarak iyi olmayan davranışlar kadınlara yakıştırılır. Mesela "karı gibi ağlama" derler; ama ağlama davranışı takdir edilen bir davranış olsaydı muhtemelen erkeklere yakıştırılırdı. Bir şirketin müdürünü düşünün kadın, çok stresli zamanlarda ağlıyor, şirkettekiler de "kadın değil mi işte ağlar hemen" demekte. Birde ağlama davranışının takdir edildiğini ve erkeklere yakıştırıldığını düşünün. Bu durumda şirketi yöneten kadın müdür ağlamadığında, "ne biçim müdür yahu, müdür dediğin hüngür hüngür ağlar" veya "kadın değilmi işte taş kalpli" muhabbeti dönerdi (Üstün Dökmen'in seminerinden aklımda kaldığınca yazdım). Konuya dönersek, bu programlara kadın programları denmesinin nedeni ağlamalı veya duygusal anların yaşanmasından dolayı denilmekte bence. Müge Anlı ve Serap Paköz'ün yaptığı programları erkekler yapsaydı büyük ihtimal "cinayet çözme programları", "dedektiflik programları" gibi asortik isimleri olurdu.

20 Haziran 2012 Çarşamba

Türkiye'de Reklamlar

Hayatımızın yüzde yetmişinde karşımıza çıkan reklamlardan bıkmış durumdayım ve benim gibi, artık sinir bozmaya başladığını düşünen insanları gördüğümden dolayı bu yazıyı yazmaya karar verdim. En büyük sinir bozukluğunu geçtiğimiz günlerde sinemada yaşadım.

Ben sinemaya iki nedenden dolayı giderim birincisi filmi merak etmemden, ikincisi reklamsız ve kesintisiz olmasından dolayı; ama en son gittiğimde reklam işinin sinamaya da sıçradığını gördüm ve gerçekten filmin başlamamasından dolayı etmediğim küfür kalmadı, sinemanın adını da vereyim afm sinemaları. Reklamların gerçekten abartıldığını ve ağızımın artık küfürden yamulacağı sırada küçük bir çocuğun sesine kulak verdim "Anne ne zaman başlayacak artık!" yemin ediyorum alkışlamak geldi içimden ve ben film başladığında alkışlasaydım eminim bütün sinemaya gelenler alkışlayacaktı, bu kadar bıktırdılar.

En çok anlamadığım nokta -haberlerde olmak üzere bütün programlarda olan- son dakika reklam. Nedir anlamış değilim, şöyle başlıyor; "bir reklam arası verelim" daha sonra yayına geri dönüyoruz "haftaya görüşmek üzere" diye bir laf. Ne burada amaç ne? Resmen reklam izlettirip son dakika para kazanmak. Ondan sonra kameralara dönüp şöyle diyorlar "gerçekten sizleri çok seviyoruz" sevginize sıçayım sizin. Burada gizli kelimeler var aslında, gerçekte cümle şöyle "gerçekten sizleri bizi zengin ettiğiniz için çok seviyoruz yoksa geberseniz umurumuzda değil", aslında mesaj bu...

Hele şu haber okumak için girdiğiniz sitelerde çat diye çıkan salak reklamlar. İnsanın sinirini alt üst etmekte bire bir. Artık şu karara vardım, benim işimden alıkoyacak veya engelleyecek, yapacak işime engel olacak reklamlarda tanıtılan ürünlerden almayacağım. Biraz yemin gibi ama gerçekten böyle düşünüyorum, sıkıntı getirecek kadar reklam koyulduğunda artık fenalık geçiriyoruz, yeter! Yemin ediyorum o ürünleri almayacağım.

Reklam yapmanın amacının da saptığını düşünüyorum artık; çünkü reklam ne için yapılır? Bir ürünü tanıtmak için veya bir markanın yeni çıkmış ürününü tanıtmak için. Günümüzde hala eskiden beri var olan ürünleri tanıtan reklamlar var. İnsan bunun altında "acaba bu üründe bir bokluk mu var da sürekli satılsın diye reklamını yapıyorlar" demeden edemiyor. Mesela perwoll, yaklaşık 3-4 yıldır reklamları var, herhalde bir işe yaramıyor sürekli reklamını yapıyorlar. Reklamıda kötü:
Siyahlar simsiyah kalır diyorda, kimse kalkıp "sen perwoll deterjanıyla mı dolaşıyorsun, manyak mısın nesin?" demiyor. Resmen seyirciyi salak yerine koyma amaçlı birşey. Kosla reklamıda bunun gibi birşey. Ya reklamı yazan senarist bildiğin geri zekalı mal, yada seyirciyi aptal yerine koymak amaçlı birşey (Aşağıdaki reklam internette bulabildiğim tek video).
Reklamın saçmalığına bakar mısın, "misafir peçeteleride tamam, ya lekeli olsaydı" hay Allahım ya, bu kadar saçmalık olur. O zaman reklamı şöyle yazalım: "Akşam mükemmel olacak, dünürlerime layık yemekler, misafir peçeteleride tamam. Ya kızım tecavüze uğrasaydı, yada ya beni öldürselerdi, yada ya evime hırsız girip misafir peçetelerine sıçsaydı, neyseki benim venişim var" reklamın saçmalığına bakar mısınız, bu kadar olur. Birde bu koslanın bir ara kan lekelerini çıkaran reklamı vardı, şu Berna Laçinin evim güzel evim de olan ustanın oynadığı reklam. Aynı reklamın 98 deki reklamı, orada da aynı hikaye, sanki biz bilmiyoruz oksijenin kanı fokur fokur köpürtüp çıkarttığını, inanmıyorsanız eczaneden oksijen alıp kanın üzerine damlatın. Tamamen kandırmaca.
Yok arkadaşım bu reklamlar resmen insanı enayi yerine koymak üzere. Anlamıyorlar herhalde "ben bu reklamı çok yaparsam insanlar bu işte bir bokluk olduğunu anlar" diye. Mesela yıllardır içtiğimiz kurukahveci mehmet efendi Türk kahvesinin neden reklamı yok? Çünkü herşey belli, kalite belli, tat belli, reklama gerek yok. Sevgili okuyucular ben şöyle düşünüyorum, eğer bir ürünün reklamı çok yapılıyorsa dalaveredir. Hiç reklamı yapılmayan ürünlerin iyi olduğunu söylemiyorum buradan ama her reklamının yapıldı ürünü almayın diyorum, altını bir araştırın.

Ben reklamların kesilip yeni reklamlar oluşturulmasını da anlamıyorum. Altta paylaştığım reklam videosundaki seslendirme "Karşınızda Kerem, onun içinde GDO yok, transyağ yok, bilmem ne yok, tadellenin içine koyduklarımızdan çok, koymadıklarımızda önemli" bu şekildeydi.

Sonra videoyu izlediğiniz gibi kesip sadece "GDO yok" diye değiştirdiler, sizde farkedebilirsiniz reklam bir yerden sonra çat diye Keremin kadrajına giriyor. Böyle reklam yapacaksak içinde herşeyi söyleyebiliriz. Mesela "Karşınızda Kerem, onun içinde GDO yok, çamaşır suyu yok, idrar yok, bok yok, siyanür yok, sperm yok, domuz eti yok, inek tezeği yok, insan eti yok, billur yok, plastik yok, tavuk yavrusu civ civ yok, vs. vs." böyle reklam mı olur? Böyle reklam olacaksa ohoo! bizim bakkal bile reklam yapar. Bırakın bu işleri.

Birde doğru düzgün reklam yapanlar var onlara birşey demiyorum. Gerçekten dikkat çekip, insanlara reklamlarını izlettiriyorlar; ama diğerlerinde yok. Oturup kalkıp ya eski reklamları kessinler yada karşısındakileri salak yerine koyup otursunlar.

Kendimi övmek gibi olmasın ama reklamında bir adabı, bir usulu olduğunu düşünüyorum. Reklamı alırsın koyarsın bir köşeye, isteyen bakar istemeyen bakmaz. Herşeyin bir adabı var. Benim sitemde reklamlar belli bir yerdedir, okuyucuların reklamı görmek zorunda olduğu yerlerde değildir herkesi böyle reklam koymaya davet ediyorum. Kalın sağlıcakla...

15 Haziran 2012 Cuma

Ben Küçükken...

Daha güzeldi sanki hayat. Sonradan mı bu kadar kötü oldu anlamadım. Daha yeşildi kırlar, kuşlar sanki daha farklı ötüyordu. İnsanlar daha iyidi bu kadar kötülük yoktu diye hatırlıyorum. Tehlikeli olanlar evdeki sivri uçlu sehpahalar veya karşıdan karşıya geçerken hızlı gelen arabalar, yada yolda tanımadığım insanların bana şeker vermesi gibi parmakla sayılacak kadar azdı kötüler. Sonradan arttı herşey, savaşlar soykırımlar bilmemneler sonradan çıktı. Yoktu, yoktu...

Çocukluk çok farklı bir dönem, hiç birine benzemiyor. Gerçi hiçbiri hiçbirine benzemiyor ama, bu dönem çok farklı. O zaman yaptıklarımı şimdi yapmaya kalkınca zevk alamıyorum; ama o zaman çok zevk alıyordum.  İşte buna büyüme diyoruz. Yani eskiden zevk aldığından şimdi zevk alamazsan büyüdün kabul ediliyor. Ne boktan.

Daha düne kadar pazardan alınmayan oyuncakla bütün hayallerim yıkılırdı. Şimdi neler oluyorda aman boşver deyip geçiyorum. Çok mu gaddarlaştık acep? İnsan bazen harbiden büyüdüğüne pişman oluyor. Küçükken oynadığı oyunlardaki gibi olmadığını görüyor hayatı yada planladığı gibi gitmediğini görüyor... Zaman geçtikçe de benimsiyorsun bu hayatı başına ne kadar kötü olay gelsede, "vardır bir sebebi" demeyi öğreniyorsun ve gerçektende öyle şeyler oluyor ki "iyi ki yaşamışım" diyorsun, ne kadar o zamanı yaşarken durumuna lanet etsende; ama hayat sana öğretiyor şükür etmeyi. Hemde öyle böyle değil baya öğretiyor. Kendin ne kadar dibe battığını görsende durumuna şükür etmeyi öğreniyorsun. İşte o zaman öğreniyorsun hayatı.

Küçükken hep şöyle olurdu, 1. sınıfı bitirince 2. sınıf zor gelirdi ama bu sefer 1. sınıf kolay gelirdi, 3. sınıfa geçincede 2. sınıf kolay gelmeye başlardı, hala böyle. Hangi projeye başlarsam bir önceki proje daha kolay geliyor. Değişen hiç birşey yok.

Bazen yaşlandığımı hissettiğimi söylüyorum, anneannem "hade be şuradan yaşlanmış mış" diyor; ama öyle birşey değil bu, lisenin oradan geçerken lisedeki hallerimi hatırladığımda yaşlandığımı düşünüyorum, bu illaki buruşuk bir tene sahip olmam anlamına gelmiyor, zaman geçmiş anlamında.

Dediğim gibi ben küçükken çok farklıydı herşey, kimse yüzsüz değildi herkes gerçekti, tıpkı elma şekerinin ağaçta yetişmediğini öğrendiğim gün gibi gerçek.  Hayat güzeldi, yoktu öyle kötülük falan... Karşı komşu veya arkadaşlarım sonradan kötü oldular, iyidiler başta. Herkes birbirinin iyiliğini düşünüyordu. Polis arabalarım hırsızları kovalardı hep. Kız çocuğu oldu diye, canlı canlı toprağa gömen babaları aramazdı arabalarım.

İşte öyleydi hayat, sadece hayalini kurduğum dünyadan ibaretti, depremde yoktu mesela. Orada kimse varmı diye, enkaz altındakilere bağıran insanlarda yoktu, krizden dolayı kasasını başbakana fırlatan esnafta yoktu. Doksan yaşından önce ölmekte yoktu. Herkes doksan yaşına kadar yaşayıp öyle öleceğini düşünürdüm. Kimse yoktu aslında, sadece benim hayal ettiğim mutlu insanlar vardı. Sadece hayal edilenler. Sanırım yanıldım. Hayalimdekiler fazla iyidi, hırsızlar bile çaldıklarını geri getirip, özür diliyordu. Bazen ben bu yüzden kaybettiğimi düşünüyorum, karşıdakini gerçekten insan yerine koyduğum için... Ya ben gerçekten insanları hep iyi olarak düşündüm, hiç kötü yoktu yada hep kötüler vardı da ben iyi olmaları için umut ettim, galiba umutlarım hiç olmadı...

Bunlara dayanarak, galiba ben küçükken bildiğin salaktım...

7 Haziran 2012 Perşembe

İnsanlar Uyumsuzdur

Sosyal hayatımızda çok fazla kullandığımız tabirlerden biridir uyumsuzluk. Herhangi bir sisteme yaramayana verdiğimiz isimdir. Mesela arkadaş grubunda herşeye karşı çıkıp, hiçbir şeye katılmayana uyumsuz derler, aynı zamanda bu uyumsuz kişi kendisini uyumsuz olarak gören arkadaş gurubunuda kendine uyumsuz olarak görür, göreceli bir kavram diyebiliriz. Sizin fikirlerinize uymayan veya isteklerinizi karşılamayan kişileri kendinize uyumsuz olarak kabul edersiniz.

Çoğu kişi o bana uyumsuz, şu bana uyumsuz, işim bana uyumsuz, dünya bana uyumsuz gibi yakınmalarda bulunur; ama asla kendisinin uyumsuz bir birey olarak kabul etmez veya "birazda kendimi değiştireyim belkide bende sorun vardır" demez. Onun, bunun hakkında ileri geri konuşup bok atar. Aslında bu davranışlar insanoğlu için gayet normaldir. Öncelikle biz yani insanoğlu bu Dünyaya uyumsuzuz, birbirimize nasıl uyumlu olalım?

Durumu genel olarak açıklamaya çalışacağım. Siz hiç üşüyüp kıyafet giymiş bir hayvan gördünüz mü? Şu bazı gerizekalı insanların hayvanlarını giydirmeleri dışında doğal hayatta kıyafet giyen hayvan bende görmedim; çünkü bu hayvanların zaten giyinmelerine gerek yoktur üzerindeki tüyler yeterince kıyafet görevi görür, çünkü Dünyaya uyumludur. Ama insan? Gider bir hayvanı öldürüp derisini yüzer sonrada onu kıyafet yapar, uyuma bak sen!

İlk insanları düşünün, şu yerleşik hayata geçmiş olanları. Başlarda değiş tokuş yöntemiyle ihtiyaçlarını karşılıyorlardı, sonra ne oldu? Lidyalı piçler götlerinden para diye birşey uydurdu, bütün Dünya'da örnek alıp herkes paraya geçti. Bu arada insanlar çatır çatır üreme makinası gibi çoğaldıkları için tüketim arttı sonra üretimde makineleşmeye geçti, sonra sanayileşme, sanayileşme sayesinde de kendi ırkını kendine köle yapmak için sömürgeciliğe başladı, rahatı yerinde olan diğer milletlerinde huzurunu kaçırmayı başardı. Uyumsuzluğun daniskası.

Sanayileşme sırasında da Dünya'nın ozon tabakasını delmeyi başardı. Yaklaşık 5 milyar yıldır delinmeyen ozon, uyumsuz insan ırkı sayesinde 100 yıl gibi kısa bir sürede delindi. Asıl komediye bak şimdi, sonra bu sanayileşmenin doğaya zarar verdiği anlaşıldı ve insanlar kendi yedikleri boka greenpeace gibi örgütlerle karşı çıkmaya başladılar. Dünya ile uyumsuz, onu geçtim kendileriyle de uyumsuz. Bu arada yandaki resimi bir inceleyin, elele tutuşmuş insan doğayla uyumlu gibi gösterilmiş, şu anki duruma bakarsak ne kadar ütopik gözüküyor.

Bu arada hayvanların kürkleri için öldüren insanları da unutmayalım. Bunlarda başlarda kürk için hayvanları öldürdüler sonra öldürdükleri hayvanların soyu tükenmeye başladıktan sonra bunlarada karşı çıkmaya başladılar. Komedi vallaha ne denir bilemiyorum.

Hiç boşu boşuna o çok uyumsuz, bu çok uyumlu diye yakınmayın. Biz daha üzerinde yaşadığımız Dünya'ya uyum sağlayamamış bir ırkız. Birbirimize uyum sağlamayı beklememek lazım. Kalın sağlıcakla.

Batıl İnançlar

Bu konu hakkında ne zamandır yazmak istiyorum; ama neresinden tutsam elimde kalıyor, nasıl yazsam diye baya düşündüm bakalım hayırlısı. Yeni nesil bunlara inanmıyor buda bana sevindirici geliyor açıçası yani kulağını çekip tahtaya -veya dişine- vuran babaanneye içinden "Napıyo bu mal?" deyip hayretler içerisinde bakabilmekte. Medyanın bazı batıl inançları hala sürdürme çabası var, bende bunu hala bu işten ekmek yemekte olanlara bağlıyorum.

Medya deyince anlamışsınızdır, konuya burçlarla başlamak istiyorum. Her gün gazetelerde iki satırlık yazan şeyi beklemekle geçiren insanlar var, gerçekten üzücü. Arkadaşım yok öyle birşey, on binlerce kişi aynı olayı aynı günde nasıl yaşayabilir? İki kişinin doğru çıktı diye kalan binlerce kişiyi yok sayıp doğru mu kabul edeceğiz? Bunu okuyanların bir kısmı "aaa onun yükseleni farklıdır" demiştir eminim.

Burada kalkıp yükselenleri aynı olan iki insanın olma olasılığını anlatmayacağım. Bunun yerine Üstün Dökmen'in bir televizyon programında bu konu hakkında paylaştığı görüşünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Sevgili okuyucu anneni seviyor musun? peki suyu sever misin? peki peki zaman zaman huysuz olur musun? O zaman sen erkek yengeç burcusun; çünkü bu özellikler ona ait. Mantıklı mı Allah aşkına? Annesini ve suyu kim sevmez? Veya zaman zaman kim huysuz olmaz? Ne yani şimdi herkes Erkek ve herkes Yengeç burcu mu? Neremle gülsem? Bırakın arkadaşlar bu saçma sapan inançları. Yok Venüs şöyleymiş, Jüpiter böyleymiş, o zaman bu sene paraya doyacakmışım, oldu. Venüsün dili olsaydı götüyle güldüğünü söylerdi.

İnsanların batıl inançlarının olmasını tembelliklerine bağlıyorum. Mesela bir insan zengin olmak için ne yapar? Gider bir icat yapar, popçu olur, topçu olur bir şekilde birşeyler yapıp zengin olur; ama zengin olmak için bir çaba harcaması gerekmektedir; ama batıl inançta çaba harcamak yerine yılın bilmemne vakti, bilmemne cismini toprağa gömmerek zengin olmayı dilemek daha kolaydır. Böyle birşeyde çaba harcamak gerekmez.

Batıl inançların tembellikten çıkmasının başka bir örneği: "oğlum yatarken sakız çiğnersen ölü eti çiğnemiş gibi olursun" hay Allahım, götünden uydurmanın bu kadarı olur. Burada çocuğa "oğlum bak, gece sakız çiğnerken uyuya kalırsın, sonra ağızından çıkar, saçına yapışır, kesmek zorunda kalırız çirkin olur" demek yerine ölü eti çiğnersin deyip korkutarak dediğini yaptırma amaçlı uydurulmuş birşey... Konuşmaya bile tembellik etmektir kısaca. Makasla oynarsan kavga çıkarda böyledir, "kızım makasla oynama, kolunu bacağını kesersin sonra hastaneye gideriz dikiş atılır, canın acır" demek yerine kavga çıkar deyip kestirip atmak daha kolay gelir. Yukarıda verdiğim örneklerden çıkarım yaparsak aslında batıl inanç diye bişey olmadığını, tembellikten kaynaklı durumların olduğuna varabiliriz. Çocuklarına bu şekilde davrananlar ileride "herşeyden korkan bir çocuğum var" diye şikayet eder. Korkuta korkuta onu böyle yaptım demez.

Üstün Dökmenin batıl inançlarla ilgili çok güzel bir sözü var "batıl inanca saygı duymam; ama batıl inanca inanana saygı duyarım" çok güzel bir söz bence. İnanılana saygı duymaya biliriz ancak inanan kişiye saygı duymalıyız ki o da bize saygı duysun.

5 Haziran 2012 Salı

Şişman Olmak

Burada kalkıp yok şu nedenle şişman olunur, yok bu nedenle şişman olunur, şişman olursan şöyle hasta olursun, zayıf olursan böyle sağlıklı olursun gibi bilgiler bulamayacaksınız şimdiden söyleyeyim. Öncelikle hiç canınızı sıkmayın çünkü şişman olmak tamamen ayrıcalıktır, kendimden biliyorum. Kendime kıyafet almaya gideyim doğru düzgün birşey bulamam çünkü her giydiğim yakışmaz. Buda benim gibi şişmanların ayrıcalıklı olduğunu gösterir.

Avrupa standartlarına göre obeziteye yakın bir fiziki halim var; ancak bu Türkiye de tamamen değişik "senin boyun uzun hiç göstermiyorsun" tarzı muhabbetler döndüğü için zayıf kabul ediliyorum ancak şişman olduğum gayet açık. Genel olarak kendimi bildim bileli şişmanım, ara sıra genel olarak zayıflamayı düşünsemde hiç bunun uğrunda birşey yapmış değilim.

İki çeşit şişman kişiliği olduğunu düşünüyorum. Bunlar kendiyle barışık ve kendiyle -daha doğrusu vücuduyla- barışık olmayan olmak üzere ikiye ayrılıyor. Ben ve benim tanıdıklarım genel olarak kendiyle barışık. Umarım kendi ile barışık olmayanlarda kendiyle barışır.

Neyse ne demiştik şişmanlar ayrıcalıklıdır. İki şişman bir araya gelsin birbiriyle öyle dalga geçer ki başkasına birşey kalmaz dalga geçecek. Onlar kendi aralarında eylenir zavallı zayıflarda bakar sadece, onların dalga geçecek birşeyleride yoktur, ne diyecekler birbirlerine amma zayıfız mı diyecekler? Çok zevksiz. Zayıflar bir araya gelince başkaları hakkında dedikodu yapar günahın dibine vurur, şişmanlar bir araya gelince kendileriyle dalga geçer, günaha da girmezler. İşte böyle birşey şişman olmak, kendinle barışık olmak lazım.

Birde şu zayıflama hapları vardır bir boka yaramaz; ama yaramış gibi reklamları vardır. Özellikle mynet'e girenlar bilir, anasayfada güncel haberler vardır. O haberlerin sonuna birde zayıflama hapı reklamı koyarlar. Mynet gibi bir siteye bunu hiç yakıştıramadım doğrusu, insanları kandırmaya alet olmak hiç hoş değil. Şu sözde zayıflama haplarına gelirsek, hepimiz biliyoruz ki yalan dolandan başka birşey değildir. Bunu üç yaşındaki çocuğa bile sorsan bilir. Zayıflamak istiyorsan gırlacığını tutacaksın ve spor yapacaksın yada gidip yağlarını aldıracaksın bu kadar basit. Eğer o haplarla zayıflana bilseydi herkes zayıf olurdu. Yok öyle birşey.

Zayıflama haplarının amacı tamamen para tuzağıdır. Sen gidersin Burger King den veya o süper dolmaları, hamburgelerleri yersin sonra alırsın kiloları. Yüz kiloya dayanınca kolayca aldığın kiloları kolayca vermek istersin bu fırsatçı deyyuslarda sana yaptıkları saçma sapan hapı sunarlar sende alırsın. Kapitalizm hesabı. Tamamen senin paranı sömürme amaçlı yapılmış bir zincir. Herkes kazanır.

Zayıf insanlarla şişman insanların arasındaki fark, bağırsaklardaki o küçük orospu bakterilerde yatar. Bizde buna bünye deriz. Zayıf insanların bağırsaklarındaki bakteriler "besinleri yağ olarak depo etme, at gitsin (sıç)" şişman insanların bağırsaklarındaki bakterilerde "besinleri yağ olarak depo et" demektedir, bütün mesele bu.

Boşverin şişman olmayı falan, kendinizle barışık olun. Siz böylesiniz beğenen kalır beğenmeyen gider. İnsanlar sizin fiziksel halinize göre çıkarım yapıyorsa zaten onun kişiliği zayıftır, fiziksel yapı ile kişilik ayrımı yapamayan insanlar zaten zavallıdır bırakın gitsin, onlardan bir bok olmaz. Yazımı çok beğendiğim bir söz ile bitirmek istiyorum:

Ben şişmanım, zayıflayarak düzelebilirim; ama sen çirkinsin. (Eric Cartman, South Park)

Not: Lütfen kalkıp, şişman olmak iyi değildir. Şişmanlığı savunduğunuz için sizi kınıyorum tarzı yorumlar yapmayın, bizde biliyoruz herhalde neyin ne olduğunu.