10 Eylül 2013 Salı

Hayatın "Gene" Hali

Memleketime geldiğimde her geceyi geniş bir açı ile iki mahallenin birleştiği noktayı görebilen bir balkonda geçiriyorum. Mutlaka bir muhabbet oluyor, muhtemelen bir çay veya kahve içme seansı ile birlikte... Genelde önümde bir dizüstü bilgisayar olur. Arada dışarıdan olanları incelerim ki bu genelde bağrışan gençler, amaçsızca araba kaydırmaları, kaza yapmaya ramak kalan araçlardan oluşur. Genelde de sıkı bir eleştiri yaparız bu tip olaylara karşı. Beni mutlu eden şeylerde olur tabii; kediyi ezmemek için duran araba, yerden çöpü alıp çöp tenekesine atan biri veya birbirine sarılmış iki kişi... Sanırım bu balkonda oturmak bana yaramıyor. Kendi yazdıklarıma baktım da yaşlılığım pek suskun geçmeyecek yada balkonu işlek bir yere bakmayan bir evde oturmalıyım, neyse...

Bizim balkonun tam çaprazında bir bakkal bulunmakta. Kendimi bildim bileli o bakkal orada ve 2 bakkal amca ile 2 bakkal teyze işletiyor burayı ("Bakkal teyze" ilginç oldu farkındayım). Birileri birileriyle kardeş ama kim kiminle kardeş daha çözemedim. İçki satışı olduğu için genel olarak geceleri bakkal amcalar bakıyor dükkana. İki'den önce yatmayı sevmediğim için her gece marketin kapanmasına şahit oluyorum. Zaten gecenin sessizliğini yırtarcasına duyulan kepenk sesine hiç alışamadım. Her duyduğumda ister istemez bakkalın kapatılışını seyrediyorum. Bunu neden yaptığımı bende bilmiyorum.

Geçen gece gene aynı saatlerde aynı kepenk sesini duydum ve gene bakkalın kapatılışını izledim. Buraya taşınalı 15 yıl oluyor ve aynı durum 15 yıldır yapılıyor. Düşünebiliyor musunuz? 15 yıldır gece 2 civarı hep kepenk kapatıyorsunuz. Büyük ihtimal bu iş 15 yıldan da önce yapılıyordu. Şimdi bir baştan alalım. Her sabah kepenk açılıyor, belli başlı işler yapılıyor, satış falan filan derken akşam oluyor ve tekrar kepenk kapatılıyor. İster inanın ister inanmayın ben bu insanları genelde mutlu olarak görüyorum. Belki işleri bu yüzden iyi ve belki bu yüzden 15 yıldan fazla bakkalcılık yapabiliyorlar. Arada muhabbetimiz de oluyor, bazen 15-20 dk. muhabbet ettiğimiz de olmuştur; ama ben bu zamana kadar bu adamların ağzından hiç monoton kelimesini duymadım. Daha doğrusu hiç işlerinden yakındıklarını görmedim. Hayatlarından mutlular ve gülümsemelerinden anlaşılabiliyor (Burada gözlerinin içindeki gülümsemeden bahsettim). Elbette sorunları vardır, elbette sorun yaşıyorlardır; ama mutlular.

Şimdi de bizim her fırsatta bahsettiğimiz sıkıcı hayatımıza gelelim. Aslında bakarsanız herkesin hayatı monoton ve sıkıcı. Bir öğretmen "Ben bugün Finlandiya'da ders anlatacağım!" diyerek evden çıkıp Finlandiya'ya gitmiyor veya bir doktor "Ben bugün Afrika'daki hastaları iyileştirmeye gidiyorum!" diyerek Afrika'ya gitmiyor. Normal olan herkesin hayatı bizim bakkalınkinden pek farkı yok. Biri kepenk açıyor, öbürü yoklama alıyor, bir diğeri de reçete yazıyor. Yapılan işler değişse de bunlar her gün yapılıyor. Ama ne hikmetse piçin biri monotonluk diye bir şey çıkartmış duyan herkes işinden nefret etmeye başlıyor.

Sanırım bir şeylerin farkına varılmasından kaynaklı bir durum. Her gün araba kullanmak, her gün yemek yapmak gibi eylemlerin başına her gün geliyorsa monoton olmuş oluyor. Monoton olmayan bir şey bulmak samanlıkta iğne aramaya benzetiyorum. Çoğu yaptığımız şey monoton zaten. Açıkçası insan olarak neyin peşindeyiz pek bir fikrim yok. Hiç bir şeyden memnun olmuyoruz. Dünya 6 milyardan fazla yıldır dönüyor bakalım o ne zaman monoton bir şey yaptığını düşünüp ters yöne dönecek.

Her işin kendine has rutin işleri vardır elbet. Bunları problem haline getirmek kendi kendimizin canını sıkmaktan başka bir işe yaramayacağını düşünüyorum. Kalın sağlıcakla.

6 Eylül 2013 Cuma

Sopalık Veliler

Bildiğiniz üzere geçtiğimiz günlerde üniversite sonuçları açıklandı. Kimi öğrenci kazandı kimisi de kazanamadı. Kazanan öğrencilerin bir kısmı da ailelerinin zoru ile bir bölüme yerleştiler. Bu yazımı tercih döneminde çocuklarının istemediği bölümlere veya gitmek istemediği üniversiteler için tercih yaptırtan velilere armağan ediyorum. Üniversiteyi Kazanamadım adlı yazıma 30 Ağustos tarihinde isim vermek istemeyen bir arkadaşımız mesaj bırakmış. Mesaj aynen şöyle: Ben Manisa Maliye kazandım bu sene. İlk girişimde ailemin isteği ile tercih yaptım şimdi gitmek istemiyorum; çünkü bizim memlekete çok uzak. Tekrar sınava hazırlanmak istiyorum izin vermiyorlar. Aa! Ben sevmediğim mesleği okumak istemiyorum. Öyle bir çıkmaza girmişim ki kimseye anlatamıyorum. Bir yandan okul puanım kırıldı oda ayrı bir dert oldu bana. Ne yapsam bilmiyorum! Sadece bu değil, bunun gibi bir çok örnek olduğundan adım gibi eminim.

Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Öncelikle şu çocukları tercih döneminde rahat bırakın. Rahat bırakın da kendi istedikleri bir bölüme gitsinler. Sizin istediğinize değil! Böylece yapmak istedikleri meslekleri yaparlar. Bunun sonucunda mutlu olurlar. Onlar mutlu olunca siz de mutlu olursunuz. Daha iyi ve kısa bir şekilde nasıl açıklayabilirim inanın ben de bilmiyorum.

Size göre ya çocuk doktor olacak ya da mühendis. Başka meslek yok ya. Hiç onun adına karar verirken, ona sordunuz mu "Sen ne istiyorsun?" diye. Ah! pardon. O daha çocuk kendi kararını kendi veremez. Başka şehirde okurken kendine nasıl bakacak peki? O zaman çocuk değil mi? Ya bırakın bu işleri. Yok eltim ne der, yok komşu ne der... Üniversite adayı ne der? Hiç onu düşünen yok!

Öncelikle şuna karar vermek lazım: İstenen bölümü veya üniversiteyi, üniversite adayı mı okuyacak yoksa siz mi? Tabi ki o! O zaman karar ona ait sana değil. Artık senin karşında takdir veya teşekkür getirecek biri yok. O artık hayata atılmadan bir önceki süreci bitirmek için tercih yapacak kişi. Eğer onun adına sen karar verirsen istemediği bir bölümü bitirmiş, işini sevmeyen ve o sevmediği işi de 60 yaşına kadar yapmak zorunda olan birinin -ki bu biri senin çocuğun- hayatına müdahale etmiş olursun. Gayet açık olduğumu düşünüyorum.

Tükenmişlik denen kavramı biliyor musunuz bilmiyorum; ama önümüzdeki 50 yıl içerisindeki tükenmiş bireyler sizin gibi tercihlere karışıp istemedikleri bölümleri yazdıran velilerin evlatları olacak. Önümüzdeki 50 yıllık sürece dahil olduğunuz için kedinizle gurur duyabilirsiniz. Ölümsüzlük bu olsa gerek!

Daha önceki yazılarımda ve mesajlara verdiğim cevaplarda tekrar tekrar belirttim ve gene tekrar ediyorum. Üniversite tercihlerinde bırakın da şu çocuklar bencil olsunlar. Başkası için değil, kendisi için tercih yapsınlar. Bu başkası dediğime anne ve babayı da ekliyorum. Hatta özellikle anne ve baba tercihlere karışmasın. Öneri verebilir "Bak oğlum/kızım böyle bir bölüm varmış önü açık diyorlar." tarzı öneriler kabul; ancak bu öneriye karşılık olarak "Hayır anne/baba ben o bölümü istemiyorum." dendiğinde bitmiştir. Noktadır artık o yani istenmemektedir yani bitti, çüşş! Umarım anlata bilmişimdir. "Bu sene gittin gittin başka şans yok!" diye hönkürerek bir yere varılmaz. Kapiş.

Bunlar haricinde bir de lisedeyken "Ben doktorluk istiyorum." diyen velilere de değinmek istemiyorum. Çünkü değinirsem "Ağzınız da pek bozukmuş" diye yorum alacağım. Üniversite adaylarını bu zorlu dönemden sonra sizinde onun canını sıkmamanız dileğiyle sağlıcakla kalın.

Önemli Not: Velilerin çocuklarına yaptığı bu zorlama hukuki olarak hürriyetten yoksun bırakmaya giriyor. TCK'nın 109. Maddesinde şu ifade yer alıyor: Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir. 

2 Eylül 2013 Pazartesi

Neden Ders Çalışmak Sevilmez?

Genel olarak ders çalışmayan bir evlat kriz ortamı yaratır. Ders çalışmayan bir evlattan ziyade, çoğu yetişkin bireyler de ders çalışmayı sevmez zaten. Bu ders çalışmayı sevmemeye kitap okumayı da ekleyebiliriz. Bence ders çalışmayı sevmeyen biri kitap okumayı da sevmez. Birazdan bunun nedenini anlatmaya çalışacağım ama ondan önce şu soruyu kendinize yöneltmenizi istiyorum: Neden ders çalışılır? veya neden ders çalışmak sıkıcı gelir? "Çünkü sıkıntılı bir şeydir." gibi cevaplar duyar gibiyim ve aslında güzel gibi görünen bir şey için kötü bir cevap veremediğimizden ne diyeceğimizi de bilemiyoruz bu soru için. Anlıyorum...

Ders çalışmak aslında çok zevki bir şeydir ve eğer ders çalışırsanız bir şeyler öğrenirsiniz, dersem "Biliyoruz herhalde!" cevabını alacağımdan eminim; ancak ülkemiz şartları altında eğitim görmüş her insan evladı bu eylem hakkında bir şey duyduğunda ürperir.

Çok uzaklara gitmeden yakın zamanlarda yapılıp sonuçlarına ulaşılmış olan üniversite sınavına gidelim. Eminim çevrenizde üniversite sınavına girmiş en az 1 kişi vardır ve eğer yakın akrabanız ise ne kadar sıkıntılı bir dönem geçirdiğini iyi bilirsiniz. Üniversite sınavına hazırlanmış bu elemanı ele alalım. Yaklaşık 8-9 aydır ders çalışıyor (Bazı psikopatlar daha önceden başlar onları boş verin). Bu ders çalışma nedeni de 2 saatlik geleceğini belirleyecek bir sınav. Yani ders çalışma eylemini sıkıntılı bir durumu atlatmak için gerçekleştiriyor. Tekrar etmekte fayda var "Sıkıntılı bir durumu atlatmak için!" yani sıkıntılı bir aşamayı geride bırakmak için ders çalışmak.

Şimdi biraz geriye gidelim. Lise dönemi. Bu dönemde de sınavlar vardır ve bu sınav dönemlerinde de sıkıntılı bir durumu  atlatmak için ders çalışma eylemi gerçekleştirilir. Gene sıkıntılı bir dönem ve gene sıkıntılı bir dönemi atlatmak için ders çalışmak.

Biraz daha geriye gidersek lise sınavlarına hazırlanmak için ders çalışmak ondan da geriye gidersek orta okulun sınavlarını geçmek için ders çalışma eyleminin yapıldığını görürüz. Yani bu da dahil olmak üzere yazdığım 3 paragraftaki ders çalışma eylemi sıkıntılı bir dönemi atlatmak için yapılan bir eylem.

İlk okula geldiğimizde de hem sınavlar (Son dönemde bu sınav dediklerimiz performans olarak değişti.) vardır hemde okumayı öğrenmek için yapılan kitap okuma seansları. İşte bu kitap okuma seansları çocuğun okumayı sökme sürecinin baş kahramanıdır ve ne yazık ki bu süreçte sıkıntılı olduğu için kitap okumakta sıkıntılı bir dönemi atlatmak için yapılan bir eyleme dönüşür. Üzülerek söylüyorum üniversiteye gelip roman bitirmemiş adam tanıyorum. Bu ayıp onun mu yoksa sistemin mi tartışmak gerekir; ancak bir problem olduğu kesin.

Şimdi kısa bir özet ile toparlayalım: İlk okulda kitap okumayı veya sınavları atlatmak için, orta okulda sınavları, orta okulun sonunda lise sınavını, lisede gene sınavlar ve lise sonunda da üniversiteye hazırlanmak için ders çalışılıyor. Yani sıkıntılı bir dönemi atlatmak için. Genelleme yaparsak: Ders çalışmak sıkıntılı bir dönemi atlatmak için yapılan bir eylemdir. Bir şey öğrenmek için yapılan bir eylem değildir. İşte bu yüzden de ders çalışmak sevilmez.

Fark ettiyseniz çocukların bütün okul hayatları sınavlara hazırlanmak üzerine ve ders çalışmak sadece ve sadece sıkıntılı bir dönemi atlatmak için yapılan bir eylem. Liseye girmek için hazırlanılan sınavın ne kadar zor olduğunu orta okul çocuğundan daha iyi bilen biri olamaz. Aynı şey üniversite sınavına hazırlanan lise öğrencisi için de geçerli. Bu kadar sıkıntılı bir dönemde rahatlamaları ve farklı bir şeyler yapmaları için koyulan müzik, resim ve beden eğitimi derslerinde ne yapıyorlar peki? Test çözüyorlar tabi ki! Çıkıp futbol oynamaları veya abuk subuk resimler yapmaları daha mı iyi test çözmekten! Onların rahatlamaya ihtiyaçları yok! Onların tek ihtiyacı test çözmek nihahahaha! Allah'ın salak velileri, ne zaman aklınız başınıza gelecek merak ediyorum. Kalın sağlıcakla...