18 Kasım 2012 Pazar

Genellemenin Sonu

Küçük bir örnek ile genellemeyi anlattıktan sonra asıl hikayeye geçeceğim. Nedir genelleme? Küçük bir çocuk aşı yapılmak üzere doktora götürülür. Doktorun üzerinde de beyaz bir önlük vardır. Çocuk bu önlüğü görür. Sonra beyaz önlüklü doktor çocuğa aşı yapar ve çocuğunda canı yanar. Bir kaç gün sonra annesi ile kasaba giden çocuk anlamsız bir şekilde, ortada hiç bir şey yokken ağlamaya başlar. Annesi "Allah Allah ne oldu şimdi durduk yere?" derken beyaz önlüklü kasap çocuğun yanına gelir "Ah canım benim ne tatlı şeysin sen." derken ağlama zirveye ulaşır. Çocuk burada şöyle düşünür "Beyaz önlüklü herkes benim canımı acıtır." ağlama nedeni de budur. Daha sonraki kasaba gidişlerinde, kasabın canını acıtmadığını gören çocuk ayrımı yapar. Bir daha da kasapta ağlamaz.

Yukarıdaki örnek basit olsa da bazı genellemeler vardır ki kolay kolay geçmez ve her aynı olay gerçekleştiğinde kişi aynı tepkileri verir (Klasik koşullanma ile alakalı olsa da genellemeye de uyar). Kolay kolay geçmeyen genellemeye örnek olarakta 19 Ağustos depremindeki yaşananları verebiliriz. Depremzede biri, depremden önce elektriklerin kesildiğini ve hemen sonra depremin olduğunu anlatmaktadır ve depremzede her elektrikler kesildiğinde sonradan deprem olacakmış gibi korkar.

Genellemeyi anlattıktan sonra gelelim benim hikayeme. Dördüncü sınıfın yazında ailem beni Kuran kursuna gönderme kararı alıp, hatim etmemi istedi. O zamanlarda kendi kararlarımı kendim veremeyecek bir birey olarak kuran kursuna başladım. Doğrusunu söylemek gerekirse diğer arkadaşlarım denize gidip yazın tadını çıkarırken benim her gün kursa gitmem canımı sıkıyordu. Neyse, o senenin yazında elif ba yı geçip Kurana başlayamadım. Hatim etmemde kararlı olan ailem beni ikinci (Beşinci sınıfın yazı) yazda kursa gönderme kararı aldı. Benden sonra gelen adamlar kurana geçerken, bir türlü elif ba yı sökemiyordum. Ben gene Kuran'a geçemedim ve cami hocası yanıma gelip şöyle dedi "Oğlum istersen seneye gelme." bu sözü yeni yeni çözüyorum. Aslında hoca bana "Oğlum sen geri zekalısın, iki yıldır geliyorsun ama öğrenemedin. Seneye de gelip benim canımı sıkma." demek istedi.

Sonra ben kendi kendime şu kararı aldım "Ben yeni bir dil öğrenemiyorum". Dördüncü ve beşinci sınıfta İngilizcem 5'ken altıncı sınıfa geçtiğimde aldığım karar doğrultusunda 2'ye düştü. Aradan zaman geçti ve ben bir bilgi daha öğrendim. Bu bilgi "Farklı bir dil öğrenmek matematik zekasıyla ilgilidir ve matematiği iyi olmayan birinin dil yeteneğide zayıftır" ile ilgiliydi. Bu sefer ne oldu yedinci sınıfta matematik, ingilizce ve matematikle ilgili olan derslerim 1 geldi ve ben 5 zayıfla öğretmenler kurulu ile sekizinci sınıfa geçtim. Ailedeki durumu düşünün artık nasıl.

Bu yaptığım geri zekalıca genelleme üniversiteye hazırlanmaya başlamaya kadar devam etti. Dershanede girdiğim deneme sınavlarında matematik netlerim 5 ve 6 arasında gezinirken kimya ve fizik netlerim neredeyse  fulle yakındı. Hocalarda haklı olarak "Oğlum sen ne biçim adamsın? Matematik netlerin çok kötü ama fizik ve kimyayı fullüyorsun" demeye başladılar. Böyle bir durumdan dolayı ilk senemde üniversiteyi kazanamadım. İkinci senemde ise matematiği yaptım ve üniversiteye girmeyi başardım. Şimdilerde ise İngilizce öğrenmede emin adımlarla ilerliyorum. Hiç bir sorun yok. Yaklaşık 10 senedir sürdürdüğüm genelleme üniversiteyi kazanmamla sona erdi. Boşu boşuna 1 yılım göte geldi. Neyse gerçi buna da şükür hala genelleme sahibi bir kişi olarak hayatımı bok etmiş bir birey de olabilirdim.

Tabu dediğimiz olayda bununla ilgilidir. Adam kazandığı maçın, giydiği formayla yada kıyafetle alakalı olduğunu düşünür. Diğer maçta da bunu giyip eğer o maçta kazanılırsa al sana tabu oluşumu.

Bu arada dil yeteneği diye bir şeyin olmadığını düşünüyorum; çünkü bazı insanların dil yeteneği olmasaydı şu anda konuştukları dili de öğrenemezdi kanısındayım. Genellemelerinizi yıkmanız dileğiyle kalın sağlıcakla.

16 Kasım 2012 Cuma

Küçük Bir Hobi Ol'caktı...

Her şey üniversiteyi kazandığımda evimde evcil bir hayvan besleme hayalimle başladı. Bu da üniversite sınavına hazırlanırken, gece yattığımda müzik dinlerken kurduğum hayallere dayanıyor. Biraz daha gerilere gidersek küçüklükten gelen hayvan sevgisi. Şimdilerde balık bakmaktan şikayet eden ben, zamanında evde kurbağa bile beslemeye çalışarak aile fertlerimin canını sıkmayı başarmıştım. Sadece kurbağa değil bunun haricinde civciv, karınca, hamster, kuş, balık ve bir zamanlar sokakta beslediğim kediyi de ekleyebiliriz. Bu yazıyı yazma amacım ise akvaryum hobisi (veya siz ne diyorsanız) ile ilgili bir isteği olanların kafasında bir şeyler oluşturmak.

Gelelim benim akvaryum hikayeme. Bir ile iki ay aralıklı periyotlarla gelen "Evde hayvan bakmalıyım!" krizim gene tutmuştu. Gene başladım kendimle konuşmaya: "Köpek almalıyım, hayır, hayır olmaz. Ben okuldayken evde havlar falan, yok yok. O zaman kedi; ama o da olmaz, gene "Evde yokken ne olur?" sıkıntısı var. Ayrıca memlekete nasıl götüreceğiz? Kuş? olmaz memlekete götürülmez! Kaplumbağa? Olmaz. Hamster? Tavşan? Hiç biri olmaz." diye kendi kendimle konuşurken aklıma balık bakma fikri geldi. Memlekete nasıl götüreceksin diye kendime sorduğum soruyu da "Lan japon balığı alırım, nasıl olsa dayanıklı hayvan, koyarım kavanoza getiririm bee!" çözümü ile sonuçlandırdım. Ancak bu sefer tutan krizim de kötü olan yer cebimde param olmasıydı. İşte o parayla bir akvaryum için gerekli bütün malzemeleri almaya başladım. Akvaryum 40TL, filtre 30TL, ısıtıcı 20TL, termostat 10TL, ilaç 5TL, süsü püsü 20TL, balıklar 20TL, yem 20TL. Toplam 165TL ile her şey tamamlandı. Balık ve yem hariç bütün her şeyi memleketimdeki dükkanlardan ve internet sitesinden yaptığım siparişler ile aldım. Yazın ailemle Ankara'ya gezme amaçlı gelirken onları da getireceğim. Bunların hepsi olurken bir gün memleketimdeki çok sevdiğim karşı komşumuz kahve içmeye bize geldi. Akvaryumu görünce "Ne yapacaksın bunu?" diye soru sordu bende "Ankara'ya götürüp balık bakıcam" diyerek cevapladım. O da bana şimdilerde "Haklıymış" dediğim bir cevap verdi: "Sende de hiç akıl yokmuş be yavrum" tabi o zaman gülüp geçmiştim.

Her neyse akvaryumu getirdim kurulumunu yaptım sıra geldi balıkları almaya. Burada yaptığım en büyük hata, balıkları zengin kesimin yaşadığı rezidansların bulunduğu bir petshoptan almaya karar vermem (Neyime güvendiysem). O petshopa gittim, içeride beni pezevenk kılıklı bir adam karşıladı. Dedim "Balık alacağım", "Tabiki buyurun balıklar şu tarafta" dedi. Fazla ilgilenmesinden işkillendiydim ki zaten bu fazla uzun sürmedi, balık fiyatlarını görünce "boka bastık" dedim; ama artık çok geçti. Adamın pazarlama yeteneği o kadar iyidi ki itiraz edebildiğim tek nokta "O balık olmasın" dedim. Ve bana başka balığı satmayı başardı. Petshopun içerisinde nereye kafamı çevirsem "İşte oda bu işe yarıyor vıdı vıdı vızı vızı..." tanıtımlarıyla karşılaşmaya başladım ve artık bir yerlere bakmaya korkar hale geldim. Her neyse geldik kasaya, tanesini 4 TL'den 4 tane japon ve bir tanede 8 TL'ye vatos aldım (En ucuz balıklar). Son hatamı da "Yeminiz var mı?" sorusuna "Yok" cevabı vermemle gerçekleşti. Bana bakarak "O zaman o yemi alırsan şöyle olur, bu yemi alırsan şöyle olur, yok böyle yaparsan akşam sabah, şöyle yaparsan sabah akşam" diye rap yapıp "En iyisi bu" diyerek gözümün önüne 20 TL'lik yemi iriştirdi. İnanır mısınız hiç bir bok diyemedim ve onu da sattı bana. Sonuç: 44TL daha masraf.

Eve geldik balıklar akvaryuma koyuldu her şey yolunda. Ertesi gün herif hastalıklısını mı vermiş ne yapmış bilinmez, vatosu ölü buldum. Bu sefer bana en yakın petshopa gittim bir vatos ve bir çöpçü aldım. İkisi toplamda 5 TL tuttu. Yeni misafirleri de akvaryuma koydum.

Herşey çok güzeldi oturup onları izliyordum, rahatlıyordum. Çok hoşuma gittiler. Hani başında anlatmıştım ya kavonoza koyar memlekete götürürüm diye. Ben bu yaratıklara duygusal olarak bağlanınca kavonoza koyup götürmek hiç etik gelmedi ve dedim ben en iyisi otomatik yemleme makinesi alayım. Ona da 40 TL vererek mevcutta bulunan sorunları bitirdim.

Aslında bitirdiğimi sanmışım. Aldığım japonlardan biri kuyruk erimesi hastalığına yakalandı. Hastalığı tedavi etmek için 10 TL'ye ilaç 10 TL'ye de ayrı bir küçük akvaryum aldım. Gel gelelim tedaviye, hiç bir boka yaramadı ve öldü. Geriye kaldı 3 balık.

Bayram geldi memlekete gitmeye hazırlandım. Bu arada otomatik yemleme makinesini de ayarladıktan sonra 10 günlük tatile gittim. Geri döndüğümde bir japon balığı daha hastalanmış (Hastalığının ne olduğunu bile bulamadım) ve vatos ölmüş onuda yemişler (Kemiklerden anladım). Hasta olan balığı ayrı akvaryuma alıp petshoptan aldığım tuz ile tedaviye başladım. 5 gün sonra oda öldü. Sonra aklıma memleketimde kardeşimin küçük bir fanusta baktığı iki japon balığı geldi. O iki balık göt kadar yerdeler ve hiç bir hastalıkları yok (Maşallah) ama bizim bu piçler her türlü araç gerecin içinde hasta olmayı başarıp ölüyorlar. Gelde isyan etme kardeşim!

Bu arada yaptığım araştırmaya göre tek çeşit yem ile beslemek sakıncalıymış bu yüzden 10 TL vererek farklı yem daha aldım.

Sonuç olarak 2 balık 1 çöpçü ve sonradan aldığım elma salyangozu kaldı. Artık hiç ilgilenmiyorum sadece yem veriyorum inanır mısınız hepsi çok sağlıklı ve mutlular. Hiç bir sağlık sorunu yok. İlgilendiğimde bu kadar değildi o derece. Küçük bir hobi olacaktı diye başladığım bu macera 270 TL civarında para harcamayla devam ediyor. Umarım daha fazla para harcama durumu oluşmaz. Hiç tavsiye etmiyorum. Eğer param var harcayacak yer arıyorum diyorsanız ve hayvanla ilgili bir şeye harcamak istiyorsanız gidin bir hayvan barınağına mama bağışında bulunun. Kalın sağlıcakla.