28 Şubat 2012 Salı

Neden Çocuğum Kitap Okumuyor

Şu anda bu sayfaya giren %70 kişi bu sorunun cevabını arıyor. Eğer sıkılmadan okumaya devam ederseniz sorunuzun cevabını alacaksınız. Öncelikle bu soruyu soran kişiye, sen kitap okuyor musun?  sorusunu yöneltmek lazım. "Hayır" cevabını veriyorsa, bir tarafını on yerden yırtsa da çocuk o kitabı okumaz. Neden? Çünkü çocuk seni örnek alır; eğer sen kitap okumuyorsan çocukta kitap okumaz, bu kadar basit. Çocuğunun kitap okumasını istiyorsan sende okuyacaksın.

Çoğu ebeveynin yakındığı durum şu "Aman ya! bir sürü kitap aldık bir tanesinin suratına bakmıyor. Hiç birini okumuyor. Çok hayırsız vallaha, ne yapacağımı bilmiyorum." konu bu şekilde başlar. Eğer siz de bu kısımdaysanız, kusura bakmayın ama hem kitap okumayıp hemde çocuğa sormadan kendi kafanıza göre kitap alıyorsanız o kitapları atın çöpe gitsin.

Konu 1; ben kitap okuyorum, çocuğum okumuyor: Sen kitap okuyorsun, güzel; ama senin okuduğun tarzda kitabı çocuğun da okumak zorunda değil. Neden? Sen aşk kitaplarını seviyorsun, ben sana felsefe oku diyorum, okur musun? Büyük ihtimal okumazsın, okusan da anlamazsın veya zevk almazsın. Bu durumu çocuk üzerinde düşün. Zaten okumayı sevmiyor birde hiç sevmediği tarzda kitap sunuyorsun önüne. Et sevmeyen birinin önüne et yemeği koymak gibi...

Konu 2; kitap okumuyorum, çocuğumda okumuyor: Öncelikle iyi bok yediğini söylemeden geçemeyeceğim. Bir insan hayatında en az bir kitap okumalı. Eğer kitap okumuyorsan, çocuğundan da beklemeyeceksin; çünkü diğer yazılarımdaki gibi çocuk görür çocuk yapar. Sen örnek olacaksın ki çocuk ta yapacak. Bu alışkanlığı nasıl kazandıracaksın. Ceza sistemi uygulayabilirsin. Örnek:
+Eğer kitap okumazsan bu gece bilgisayar oynamak yok.
-Nedeeeen!
+Çünkü kitap okumak yararlıdır, bir sürü şey öğreneceksin. Okumayacaksan bilgisayar oynamak ta yok!(ceza sistemi için tıkla)
"Eee bu durumda çocuğu zorlamış olmuyor muyuz?" Diyeceksin ki zaten sen oku diye cingar çıkarmıyor musun? En azından bu eğitimsel yolu.

Ne yapabilirim? Ne mi yapabilirsin? Mesela geceleri o aptal "Padişah kimi mıncıklamış?" adlı diziyi izleyeceğine, sevgili çocuğunla kitap okuma saati geçirebilirsin. Bu şekilde de "örnek olamıyoruz" demezsin; ancak bu etkinliğe başlamak için genç yaşlarda (8-12 yaş) olması gerekir, yoksa geç olabilir. Bu yaşları geçen birey için kitap okuma alışkanlığını kazandırabilecek ateşleyici veya saygı duyulan kişi olması gerekir. Ya saygı duyduğu kişi kitap okumasını teşvik edecek yada kendi kendini eleştirip, kitap okumanın ona fayda getireceğini düşünerek okumaya başlayacak.

Çocuk neden bilgisayar veya oyun oynamayı tercih ediyor?
Sadece çocukta değil aslında, yetişkinlerde genelde kitap okumayı tercih etmez; çünkü kitap tek duyuya hitap eder(görme); ama gel gelelim televizyon izlemeye. Görme ve duyma duyularımızı kullanırız. Yani bir insan bir şey yaparken ne kadar çok duyusunu kullanırsa o kadar çok zevk alır. Cem Yılmazdan bir örnek düşünelim. Bir gösterisine gittiğini düşünün ama sadece duyabiliyorsunuz, alınan zevk 3 puan. Aynı gösteridesiniz görmeye de başlıyorsunuz, alınan zevk 5 puana çıktı. Gene aynı gösteri ve bu sefer sizde konuşuyorsunuz karşılıklı sohbet tarzı bir şey oluyor bunda alınan zevk 8-9 puana çıkar. Kullanılan duyular arttırıldı çünkü...

Gelelim çocuğa, bilgisayarda oyun oynarken oyunun içerisinde sanıyor kendini; çünkü oyunda herşeyi kontrol edebiliyor buda dokunma duyusuna eşdeğer sayılır. Görme ve duyma da var, alınan zevk 8-9 puanlarda. Aynı çocuk oyuncaklarıyla oynamaya kalkarsa dokunma, görme, duyma gibi birçok duyu kullanılıyor buda alınan zevki arttırır hatta bazı oyunlarda(yemek pişirme) tat alma duyusu gibi duyularda işe koşulur. Şimdi siz bu çocuğa kalkıp kitap oku derseniz size içinden okkalı bir küfür eder.

Kitap okumak alışkanlıktır ve önemli olan bu alışkanlığı kazandırmak gerekir. Neden kitap okumak bu kadar önemlidir; çünkü ortamda tek duyu vardır oda görme. Mesela bir yazar şöyle desin "yemyeşil ovanın ortasından akan nehirde yüzümü yıkayıp yoluma devam ettim" bunu aslında okuduk; ama gerçek okuyucu hayal eder; ovayı, suyun soğukluğunu,  ovanın kokusunu hayal eder ve resmen yaşar. Kısacası kitap okumak hayal gücü gibi bir çok şey geliştirir. Bilgisayar oyunlarının verdiği duyu 3-4 ise kitap okurken biz bunu soyut anlamda 7'ye çıkarırız, yaşarız o anı resmen. Lütfen çocuklarınıza kitap okuma alışkanlığı kazandırın. Kitap okumak demek hayal etmek demektir, hayal etmek yaratıcılığı arttırmaktır, kendini geliştirmektir, farklı düşünmektir, kimsenin düşünemediğini düşünmektir, beyni çalıştırmaktır. Kalın sağlıcakla...

22 Şubat 2012 Çarşamba

Çok Bilmişlik Nedir?

Güzel başlık aslında, ilk defa başlık yazıp daha sonra yazısını yazıyorum bakalım nerelere gidecek. Bana göre iki çeşit çok bilmişlik vardır. Birincisi, gerçekten bir şeyleri bilerek üzerinde konuşmak, ikincisi hiç bir bok bilmeyip o konu hakkında götünden uydurmak. Genel olarak ikinci tip insanlar sizi sinirlendirir, birinci tiplerdekilerin %75'ide can sıkıcı konuşmalarda üstlerine yoktur. Bu yüzden konuşmalarını süper yapıp, yirmi dört saat konuşsa bile sıkılmayacağınız %25'lik kısım hakkında bir şeyler anlatmayacağım; ama o Allah'ın belası kalan %75'lik ve canı cehenneme ikinci tip çok bilmiş insan kısmı hakkında ilginç anılarım var.

Uzman nedir? Bir çok tanım yapabiliriz; ancak benim bir yerde okuduğum bir tanım var ama nerede okuduğumu bilmiyorum, hayatımda unutmayacağım en güzel tanımlardan biri. Şöyle diyor "uzman, az şey hakkında çok şey bilen kişidir" nasıl ama süper dimi? Nereye çekerseniz çekin uzmanın tanımı budur. Bu tip şahsiyetlere bir şey sorarsınız, mesela:
+Hocam, İngilizler aslında Türk müydü?
Hayır değildi de, dimi geri zekalı. Bu pezevenk bir başlar orta Asya göçlerinden, anlatır da anlatır, durduramazsın. Kendi annene küfür etmeye başlarsın keşke sormasaydım diye; ama o hala susmaz. O ara geçen zamanda konudan sıkıldığın gözlerinden anlaşılır ama o göt herif anlayamaz, senin bundan zevk aldığını düşünür, esnemeye başlarsan da esneme üzerine mantıksal olmayan saçmalamalara başlar. Zor bitirirsin konuyu... O sanar ki faydalı oldum, halbuki beynini si... neyse. Bu insanlar genelde nerede bulunur bilmiyorum; ama kendi alanlarıyla ilgili çok bilgili olduğunu göstermek için her türlü saçmalığı yapan kişilerdir.

Gelelim diğer ikinci tip kişilere. Bunlar hele var ya, her yerde çıkar karşına. Yan komşu olabilir, otobüs şoförü olabilir, bakkal, kasiyer herkes yahu! herkes... Mesela bir şoföre dersin ki "bu silecekler eskimiş" oda sana "demir paslanır" diye cevap verir, sende "ağzına sıçayım da öyle kal, mal" demek istersin ama söyleyemezsin. Sen anlatmaya başlarsın "eğer filanca sertifikayı alırsam 10.000$ maaş alacağım" diye karşındaki bir bok bilmeyip bir de götünden dinlediği için "amaan! hiç olmazsa dükkan açarsın, kendi işinin patronu olursun" der. Ulan senin ağzına salıncak kurup sallanayım! Ben ne diyorum sen ne diyorsun? GÖT!

Uzun lafın dahada uzunu, bu insanlar uzaktan anlaşılmaz o yüzden dobra olmanızı tavsiye ederim, baktınız konu başka yere sapıyor "tamam hacı sağol" deyip defolup gitmeye bakın. Yok ben kimsenin kalbini kıramam diyorsanız, kalın sağlıcakla.

17 Şubat 2012 Cuma

Kuşak Çatışması

Selam gençlik, belkide şu an sizin tercümanınız olacağım; çünkü çoğunuzun -genel itibariyle- tarif edilen durum budur. Bir çok yaşlı veya kendini yetişkin sanan insanlar bu şekilde tabirler kullanır "aman işte yeni nesil böyle", "gençlik işte ne yapacaksın", "gençliğine ver" gibi bir sürü saçma sapan şeyler söylerler. Önemli olan bunu neden söylediğidir; çünkü sizin gibi düşünmez veya düşünemez. Ya yaşlıdırlar ya da kendilerini yetişkin sanan cahil kesimdir. Bu tip kişilerle bir arada iseniz ya kulak asmayacaksınız yada onları dinleyerek ömrünüzü başka bir kişi veya kişiliğe göre geçireceksiniz ki benim tercihim kulak asmamaktan yanadır.

Öncelikle şunu açıklamak lazım, kuşak çatışması neden yaşanır? Biraz düşündüğünüzde yapacağım açıklamaya hak vereceksiniz. Sonuç itibariyle Türkiye'de yaşıyoruz, ve bu yaşadığımız yerde her şey mümkün. Mevcut eğitim sistemi en az üç yılda bir değişmekte bu yüzden ortalama beş yılda bir yeni bir nesil ortaya çıkmakta. Bir nesil rapçi, bir nesil okur-yazar, bir neslin ise sınava çalışırken hayatı geçer ve bu maddelemeler bu şekilde sonsuza kadar gider. Düz mantıkta bir hesap yaparak, beş yılda bir eğitim sisteminin değiştiğini farz edersek yirmi yılda dört farklı nesil yetiştirmiş oluruz. Bu dört farklı neslinde, düşünme biçimi farklıdır. Bu sebepten dolayı kendinden beş yıl önceki nesille çatışır. Bu duruma birde anne baba sokarsak (çocuk doğurup, büyüttüğünü düşünün), kendinden yirmi yıl önceki nesille kesin çatışacağının yeminini edebilirim. Bu yüzden sevgili gençler, aileler, yaşlılar ve diğerleri; bu çatışmalar tamamen normaldir sakın kendinizle kıyaslamayın, aptalca bir işe girmiş olursunuz. Unutmayın ki kimse sizin gibi düşünecek diye bir kural yok veya kimse sizin gibi düşünmek zorunda değil. Bu yüzden kimseye de tafra yapmaya gerek yoktur!

Gelelim kendilerini yetişkin sanan zavallılara, bu tip insanları kırk metre öteden tanırsınız. Bunların konuşmaları şu şekilde başlar "aaa!" ve sizi sinir etmekten başka bir şey yapmaz. Sizde bu durumlara karşı "hı hı" demekten başka çareniz yoktur; çünkü her durumda saçma cümleler kurarak sizi düşünmeye zorlar ve işin içinden çıkamayarak "vallaha haklı" demek zorunda kalırsınız; çünkü o kadar saçmalar ki  saçmalamaların arasında kaybolup, söylediklerini saçmalama üzerine değerlendirip haklı bulursunuz. Bu cinsteki insanlar ile diyoloğa girerseniz şöyle bir durum ortaya çıkar:

+Lady Gaga'nın bilmem ne klibinde illuminatik şeyleri gördün mü?
-Canım yaa ben çok yoğunum biliyorsun (Yalan!) televizyon falan izlemiyorum ki ben (Külliyen yalan!), ben hep ders çalışıyorum (Götümü ye!).
+Öyle Bir Geçer Zaman Ki'deki Mete var ya aslın... (Sözünü keserek)
-Ama ben hiç TV izlemiyorum dedim ya, hep ders çalışıyorum çok yoğunum bilmiyorum ben Mete falan.

Halbuki bu kişi ile yaklaşık üç ay önce yaptığınız konuşmada "Aaa! evet Mete evi yakmıştı, nasıl hali vardı ama dimi?" şeklinde konuşma geçmiştir aranızda. Bu kişiliğe sahip insanlarla yaşıyorsanız ya ilişkiyi koparacaksınız yada onun bu şizofrenik halini kabullenip "Evet sen haklısın, şampiyon!" demeye devam edeceksiniz. Tabi ki benim tercihim ilişkiye ara vermiş gibi davranıp, kişisel bağlarınızı yavaş, yavaş koparmaktan yana; ama merhaba merhabayı koparmayacaksınız. Bu arada bu kişiliğe sahip insanlar yaşlıların "Aaa genç onlar" sözlerine onay verip onların her şeyi bilen ermişler gibi davranmaya bayılırlar, lütfen dikkatli olun. Çok sevdiğim bir öğretmenim der ki "Kraldan çok kralcı olmuşsun, azıcık sen kral ol" bunu unutmayın. Kalın sağlıcakla...

15 Şubat 2012 Çarşamba

Çocukta Ceza Sistemi

Selam eğitimciler, ebeveynler ve diğerleri... Bu yazımdaki konu çocuğa verilen ceza ve ceza tarzı yaptırımlarla ilgili. Öncelikle kısa bir giriş yapalım, ceza ikiye ayrılır. Birinci tip ceza ve ikinci tip ceza olmak üzere. Şimdi diceksiniz "birinci ve ikinci diye nasıl ayrım yapılıyor" bunları da kısaca açıkladıktan sonra konumuza geçeceğim. Önemli bir nokta açıklamak istiyorum, yazılarımın bir kısmında "eğitimciler" diye bahsediyorum. Bu   "sadece eğitim fakülteliler veya eğitim bilimleri fakültesinden mezun olanlar eğitimcidir" demek değildir, bu yüzden çocuk yetiştiren herkes eğitimcidir (Doğru düzgün yetiştirenler tabiki...).

Birinci tip ceza: Bu tip cezada çocuğun sevmediği bir şey ortama konur yada çocuğun sevmediği bir şey kendisine yapılır; yani çocuk istenmeyen bir şey yaptığında "Salak mısın sen?" veya "Şimdi öldüreceğim seni!" ve hatta daha da ileri giderek vurulur veya dövülür (Ortama olumsuz bir şey koyma). Bilimsel açıklamada şöyle denir "fizyolojik bir ihtiyaç olan güven, huzur, veya yeme, içme, dışkılama ortamdan kaldırılır" olarak tanımlanır. Bu tip durumlara biz eğitim dilinde birinci tip ceza diyoruz.

İkinci tip ceza: Bu cezada ise çocuğun sevdiği bir şey ortamdan kaldırılır (Ortamdan olumlu bir şeyi kaldırma). Buna örnek olarak "madem sebze yemeği yemedin o zaman bu akşam bilgisayar oynamak yok" veya "madem derslerini yapmıyorsun o zaman çikolata yemek yok" örneklerini verebiliriz; ancak bu tip durumlarda dikkat etmemiz gereken bazı hususlar vardır, onlarada birazdan değineceğim. Birinci tip ile ikinci tip cezanın grafiği aşağıda bulunmaktadır.

Öncelikle bir kişi veya çocuğa neden ceza verildiğini açıklayalım, bu aslında tahmin edileceği gibi "istenmeyen davranışı ortadan kaldırmak" olmalıdır. Aksi taktirde bu cezadan çıkar, intikam alma gibi durumlara doğru gider. Bu yüzden ceza verirken dikkatli olunmalı, kendi egomuzu tatmin etmeye gitmemeliyiz. Bu yüzden her eğitimci mecbur kalmadıkça birinci tip cezaya başvurmamalı, illaki ceza verilecek ise ikinci tip ceza verilmelidir.

Yukarıdaki bulunan karikatürdeki ceza ikinci tip cezaya örnektir; çünkü ortama çocuk tarafından istenmeyen bir şey konulmaktadır. Nede olsa hiç bir çocuk tahtaya yüz defa aynı cümleyi yazmak istemez. Gelelim ceza verirken dikkat edeceğimiz hususlara:
  1. İkinci tip ceza tercih edilmeli
  2. Hangi davranışı neden cezalandırıldığını bilmeli
  3. Ceza vermeden önce uyarılmalı, löp diye ceza verilmemeli
  4. Hangi davranışı, yapması gerektiğini ona açıklanmalı
  5. İntikam amaçlı kullanılmamalı, rahatlamak için ceza verilmemeli
  6. Aynı istenmeyen davranışa, aynı ceza verilmeli tutarlı olunmalı (Her küfür ettiğinde TV izlememe cezası vermek)
  7. Davranış ortaya çıktığında ceza verilmeli, bir hafta önce yaptığı davranışı bugün cezalandırmamalısınız
Örnek Davranış: Çocuk akrabalarına durduk yere küfür etti.
Birinci Tip Ceza: Dövmek, Azarlamak...
İkinci Tip Ceza: Sevdiği oyuncağı elinden almak, Dışarı çıkma iznini kaldırmak...
Unutmayın, birinci tip cezada anlık olarak davranışı bastırırsınız, hıncınızı alırsınız ve davranış biter, sonra çıkma ihtimali yüksektir, davranış değişikliği kısa vadelidir; ancak ikinci tip cezada ise uzun vadede davranış değişikliği sağlarsınız, davranışı tamamen bitirirsiniz, o anda davranış bitmeyebilir ancak cezayı çekmeye başladığında pişman olacaktır. Cezayı neden verdiğinizi de söylemeyi unutmayın. Cezanın alternatifleri de var tabi ki; ama onları farklı bir yazımda anlatacağım. Kalın sağlıcakla...

12 Şubat 2012 Pazar

Eğitim Psikolojisinin Yanlışları

Selam canlar, bu güne kadar herkes bir eğitim sürecinden geçmiştir. Zaten bu blog'u okuyanların hepsi bir eğitim sürecinden geçip, okuma aşamalarını geçerek benim yazdıklarımı anlayabilmekte; ancak eğitimin neredeyse temelini oluşturan Öğrenme Psikolojisi'nin bir kaç bölümünde bulduğum yanlışlıklar var. Bu yanlışlıklar, İnsan Nasıl Öğrenir ana başlığının altında "Davranışçı Yaklaşım" ve bunun da altında bulunan "Klasik Koşullanma" mucidi Ivan Pavlov'un buluşudur. Diğeri ise "Edimsel Koşullanma" ana başlığı altında bulunan "Ceza Sistemi" alt başlığının "2. Tip Ceza" bölümünde bulunmaktadır. Bunları kanıtları ile birlikte açıklayacağım.

Öncelikle klasik koşullanmada bulunan yanlışlığı göstereyim. Ufak bir tanım yapmak gerekirse, klasik koşullanma kişinin veya bir canlının uyarıcıya göre tepki göstermesine denilmektedir. Ivan Pavlov'un deneyini örnek göstermek gerekirse, aç bir köpeğe et gösterilir ve köpekte açlığından dolayı salya salgılar. Bu olay eğitim derslerinde şu şekilde gösterilir.
Et + Köpek ----> Salya 

Gelelim koşullanma kısmına. Koşullanma ise bir kişi veya canlının, işlem tekrarlanmasıyla nötr uyaranın (yani normalde tepki vermeyeceği bir cisim) koşullu uyaran haline gelme işlemine denilmektedir. Bu olayların tümüne  klasik koşullanma denir. Klasik koşullanma da eğitim derslerinde şu şekilde gösterilir.

Et + Köpek ----> Salya 
Zil + Et + Köpek ----> Salya 
Zil + Et + Köpek ----> Salya 
(Bu durum tekrar edilir...)
(Tekrar edilme sonucunda)
Zil + Köpek ----> Salya 

Davranışına ulaşılır, bu durumu açıklayacak olursak; et aç bir köpekte salya oluşmasını sağlar. Etten önce (Fazla zaman geçirmemek üzere) zil sesinin duymasını sağlayıp, bu durumu da tekrar ettiğimizde köpek şöyle düşünür "ulan zil çalınca et geliyor" bu durumda da salya ortaya çıkar. Şimdi'de gelelim bu işlemin yanlışlığına...

Et + Köpek ----> Salya 
Zil + Et + Köpek ----> Salya 
Zil + Et + Köpek ----> Salya 
(Bu durum tekrar edilir...)
(Tekrar edilme sonucunda)
Zil + Köpek ----> Salya 
(Buraya kadar normal ancak düz mantıkta hareket edersek)
Salya ----> Zil + Köpek
veya
Salya ----> Et + Köpek
(Olması gerekir; ancak olmuyor bu durumda bilgi tamamen yanlıştır.)


Gelelim ceza sisteminin, 2. tip ceza bölümündeki "görmemezlikten gelme" yöntemine. Bu yöntemi kısaca açıklama gerekirse, açığa çıkan davranış görmemezlikten gelinir ve davranışı çıkartan kişi karşıdan bir tepki görmediği için davranışından vazgeçer. Örnekle açıklayalım; bir çocuk alışveriş yaparken küfür eder ve yanında duran veli bu davranışına tepki vermez (yapma lan geri zekalı, aynı babası pezevenk, ağzına sıçayım senin salak gibi...) ve mevcut davranışından vazgeçer. Bu durum eğitim derslerinde aşağıda bulunan şekildeki gibi açıklanır.
Bu şekli yorumlatacak olursak, kişi davranışına başlar ve davranış sıklığı x düzeyine kadar yükselir eğer biz bu durumu görmemezlikten gelirsek, kişideki davranış durumu (2. tip cezaya göre) azalmaya başlar ve kişinin küfür etmesinin azaldığını görürüz; ancak aşağıdaki videoyu izlediğimizde bunun böyle olmadığını görürüz.
Bu videoda izlediğimiz çocuk "Şşşt!" sözcüğünü duyduğunda ve daha sonra velinin umursamadığında davranışın dahada arttığını ve veliyi "şimdi bu çocuğu öldüreceğim" durumuna getirdiğini görürüz. Bu durumdaki çocuğun davranış grafiği aşağıdaki gibidir.
Yukarıda gördüğümüz şekil çocuğun davranış grafiğini göstermektedir yani bu ikinci tip cezada "görmemezlikten gelme" durumu yanlıştır. Sevgili eğitimciler bu yazımda mavi renkte ve kalın olarak yazılan yazılar benim uydurmalarımdır lütfen dikkate almayınız, diğer renkte yazdıklarım gerçektir. Bu arada Klasik Koşullanma da köpek şöyle düşünüyor olamaz mı? "yahu! bu pavlov'da zil çalınca et getiriyor" köpeğin beynine girip düşündüğünü görebilen teknolojiye ulaşmak lazım.  Kalın sağlıcakla...

10 Şubat 2012 Cuma

Fakir Dil Türkçe

Selam gençler, öncelikle buradan "elin gavuru günde 800 kelime kullanıyor, biz ise günde 200 kelime kullanıyoruz" diyen ve kendini Türkçeci(!) sanan zavallılara selam gönderiyorum.Şimdi neden durduk yere Türkçecilere bok atıyorsun derseniz, konuyu şöyle savunu vereyim. Türkçe zengin bir dildir ve bir kelimenin birden fazla anlamı olabilir, buda -sadece Türkçe için söylemiyorum- her hangi bir dilin fakir bir dil olduğunu göstermez. Neden? Aşağıdaki minik örnekleri okuyuverin.

Türkçe Örnek: Yüz kişilik bir gurup yüzme yarışmasına girip, yüzüstü yüzmelerinden dolayı yüzlerini kayalıklara çarptılar.

Yukarıdaki kurulan cümleye göre, kullanılan kelimelerin eklerini atarak sayalım.
Yüz (mek), Kişi, Bir, Gurup, Yarışmak, Girmek, Dolayı, Kayalık, Çarpmak. Buna göre kaç kelime kullanmışız? Dokuz kelime kullanmışız. Birde bu cümleyi hiç bir ayrım yapmadan baştan sona doğru kelimeleri sayalım, bu durumda da, on üç kelime kullandığımız ortaya çıkıyor. Şimdi de diğer örneğe geçelim.

İngilizce Örnek: A group composed of a hundred people took part in a swimming competition and then they crashed their faces to the rocks because of swimming with the front crawl style.

Şimdi de yukarıdaki cümlenin kelimelerini sayalım. group, compose, hundred, people, took, part, swim, competition, they, crash, their, face, rock, because, front, crawl, style. Burada kaç kelime var? On yedi kelime bulunmakta. Bu cümlede de hiç bir ayrım yapmadan baştan sona sayalım, bu durumda da otuz kelime ortaya çıkmakta. Şimdi de sevgili, çok bilgili(!) Türçecilerimiz gibi karşılaştırma yapalım:
Türkçe örnekteki kelime sayısı dokuz İngilizce örnekteki kelime sayısı on yedi. Bu durumda;

İngilizce Kelime Sayısı (17) > Türkçe Kelime Sayısı (9)
H.B.A.Y.* Sayılan Kelime Sayısı İngilizce (30) > H.B.A.Y. Sayılan Kelime Sayısı Türkçe (13)

Bu duruma göre değerlendirme yaparsak çocuklarımıza İngilizce öğretme konusunda hemfikir oluruz. Sevgili ileri zekalı(!) Türkçecilerimiz de bunu savunarak İngilizce veya diğer dillerin daha üstün olduğunu savunurlar; ancak kafalarındaki minik et parçasını kullanmadıkları için Türkçede bir kelimenin birden fazla anlama gelebileceğini düşünemezler. Şimdi de bu duruma göre iki örneği değerlendirelim.

Türkçe örneği: Yüz, Kişi, Bir, Grup, Yüz (denizde yüzmek), Yarışma, Girip, Yüzüstü (kelimenin yapım ekli hali), Dolayı, Yüz (insan yüzü), Kayalık, Çarpmak. Bu durumda kelime sayısı kaça çıkıyor? 13 ne oldu? Kelime anlamlarına göre değerlendirince, fazlalaştı dimi? Evet fazlalaştı; ama İngilizce kurulan cümlenin kelime sayısını geçemedi. Bu durumda da aşağıdaki resmi inceleyiniz.
Ne oldu şimdi, yukarıdaki verdiğin örnekte sıçtın batırdın bu örnekle mi toparlayacaksın? Arkadaşım yukarıdaki örnekte Türkçeyi kelime anlamlarına göre değerlendirdiğimizde daha fazla kelime oluşmuş olduğunu göstermeye çalıştım ve bu tip değerlendirmelerin -sadece Türkçe de değil- bütün dillerde, bu şekilde saçma sapan değerlendirmeler kullanmak, mantıklı değildir. Bunu göstermeye çalıştım. Farkettiysen yukarıdaki resimde Türkçede bir kelimeyle anlatılan olay, İngilizce de on sekiz H.B.A.Y. kelimeyle anlatılmakta; ama bu İngilizcenin anlam bakımından fakir bir dil olduğunu gösterir mi? Tabiki göstermez, hiç bir dili göstermez. Aynı mantıkta değerlendiricek olursak İngilizcenin fakir anlamlı bir dil olduğu ortaya çıkar.

Bu arada konu açılmışken söyleyeyim Avrupa Birliği Uyum bilmem nesinde bir grup kaçık, Türkçede X,W,Q olmadığı için "eksik harf" tanımı kullanmış. Bu durumda ben kuvvet dediğimde ne anlıyorum "kuvvet" peki kuwet dediğimde ne anlıyorum? Gene "kuvvet" değişen ne? Hiç bir şey. Avrupa Birliğinin Türkiyeyi almamak için, götünden uydurduğu bir palavradır bu. Ben bu duruma karşı "sizin alfabeniz de fazla harf bulunmakta" diyebilirim.

Arkadaşlar, konuyu toparlamak gerekirse bu tip tartışmalar gereksiz ve saçmalıktan ibarettir. Bu mantıkata hareket edecek olursak, Amerikanın kızılderili bir kabilenin tek kelime ile bütün bir cümle kurduğu dili fakir olarak tanımlarız, ki buda saçmalıktan ibarettir. Kalın sağlıcakla...

*Hiç Bir Ayrım Yapmadan

8 Şubat 2012 Çarşamba

Öğretim Yönetim Sistemi SAKAI

SAKAI’NİN TARİHİ
Sakai, “Sakai Projesi” olarak Mellon Vakfı tarafından hibe ile desteklenen bir proje olarak hayata geçirilmiştir. İlk sürümleri projeyi destekleyen kurumların kullanmakta oldukları araçlara dayanmakla birlikte temelini Michigan Üniversitesi’nin ders yönetim sistemi “CHEF” oluşturmaktadır. Sakai ismi “CHEF” ismine de esin kaynağı olan Japon televizyon programı “Iron Chef” in meşhur Japon şefi Hiroyuki Sakai’den esinlenilerek verilmiştir (http://sakai.ttidc.com.tr).

2004 yılının şubat ayında ilgili kurumların girişimiyle düzenlenen toplantıya Indiana Universitesi “Oncourse CL” uygulaması, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü “Stellar” uygulaması, Stanford Universitesi: “CourseWork” uygulaması, Michigan Üniversitesi CHEF uygulama çatısını temel alan “CTools ” uygulaması, Valencia Polytechnic Universitesi “CourseTools” ve Open Knowledge Initiative “uPortal” uygulamasıyla ile katılmıştır. Projeye her bir kurum kendi geliştirmiş olduğu ders yönetim sistemiyle katkıda bulunmuştur. Sakai’nin ilk sürümünün herkese açık hale gelmesiyle birlikte kurucu 5 üniversite diğer kurumları "Sakai Partners Program" adını verdikleri birlikteliğe davet etmişler, böylece ortakların projeyi mali yönden desteklemeleri ve kod gönderiminde bulunmaları sağlamışlardır.

SAKAI’NİN FARKI
Sakai Java tabanlı, servis mimarisine dayalı uygulama paketi ölçeklenebilinir, platform bağımsız genişletilebilir bir yapıya sahiptir. Java tabanlı olması, bütün işletim sistemlerinde sorunsuz olarak çalışabileceğini gösterir. İş birlikçi çalışma ortamı sunan araçları ile araştırmacıların ve proje gruplarının kullanımına da uygundur. Sakai’nin kullanımı ve yönetimi biraz zor olduğundan profesyonel ekip tarafından kullanılabilir. Yönetici ara yüzü karmaşıktır.

SAKAI’NİN YILLAR İÇİNDE GELİŞİMİ
• 2005 – SAKAI 1.5 (Pilot).
• LMES (Learning Management & Evaluation System) olarak adlandırıldı.
• SCORM destek araçı dahil edildi (Java Applet kullanılarak).
• 2006 – SAKAI 2.0 ve SAKAI 2.1 yükseltmesi.
• Test & Quiz.
• Gelişmiş notlandırma (değerlendirme).
• JForum tartışma platformu.
• Wiki & RSS Haberler.
• Sakai 1.5’ten 2.0’a geçişte temel yapıdaki değişikliklerden dolayı SCORM desteği 2.0 ve 2.1 sürümlerinde eksik kaldı.
• 2007 – LMES 2.1 için SCORM desteği.
• AJAX kullanılarak SCORM desteği yenilendi.
• Kaynak araçları entegre edildi.
• Kaynaklara erişim izleme ve raporlama araçları.
• 2008 – SAKAI 2.4 yükseltmesi.
• Ödev, değerlendirme, not defteri, test araçları geliştirildi.
• Birçok araçla daha iyi grup desteği sağlandı.
• E-posta, Günlük (Blog), Podcast ve Anketler eklendi.
• 2009 – Çekirdeğinde yapılan güncelleme ve düzenlemelerle Sakai 2.5 sürümü yayınlanmıştır (Sakai 2.5 Release Notes, 2009). Paralel olarak anlamsal ağ (semantic web) perspektifinde Sakai 3.0 prototip çalışmaları devam etmektedir.
• 2010 – Sakai 2.7 sürümü yayınlanmıştır ve Sakai 2.8 sürümü çalışmaları devam etmektedir (http://sakai.ttidc.com.tr).

SAKAI’NİN ÖZELLİKLERİ
Sakai, daha çok yüksek öğrenime özelleşmiş ve dünya üzerinde yaygın kullanıma sahip açık kaynak kodlu bir işbirliği ve öğrenme ortamıdır (Collaboration and Learning Environment (CLE). Sakai bünyesinde farklı ihtiyaçlara cevap verebilecek birçok aracı bünyesinde barındırmaktadır (http://sakai.ttidc.com.tr);

Genel İşbirliği Araçları:
• Duyurular (Announcements)
• Kaynaklar (Resources)
• Katılımcı Listeleri (Site Roster)
• Eposta Arşivi (Email Archive)
• Viki (Wiki)
• Günlük (Blog)
• Ajanda (Calendar)
• Sohbet (Chat)
• Tartışma Ortamı (Discussion Forum)
• Sözlük (Glossary)
• Web Sayfası (Web Page)
• Haberler (News) : RSS destekli dinamik içerik sunumu.
Eğitim ve Öğretim Araçları:
• Ders İzlencesi (Syllabus)
• Ders Oluşturma Aracı (Lesson Builder)
• Ödev\Değerlendirme (Assignments)
• Özel Dosya Paylaşımı (Drop Box)
• Not Defteri (Gradebook)
• Test ve Kısa Sınav (Tests & Quizzes)
Yönetim Araçları:
• Hesap Yönetimi (Accounts)
• Üyelik (Membership)
• Site Oluşturma Aracı (Site Setup): Proje, Ders ve Grup olmak üzere üç farklı amaca uygun site oluşturulabilmektedir.
• Site Editörü (Site Editor): Mevcut sitelerin yapısı, içerik ve kullanıcılarının yönetimi için kullanılmaktadır.
• Bölüm Bilgisi (Section Info): Her bir ders sitesinin bilgilerinin, kullanıcılarının, rollerinin v.b. tanım bilgilerinin yönetildiği bölümdür.
• Yetkili Kullanıcı (Super User (SU)) : Farklı amaçlara yönelik (destek, sorun çözme..) farklı kullanıcı tanımları.
• Kullanıcılar (Users)
• Yetkilendirme ve Roller (Realms)
• İstatistikler (On-Line): Sunucu takibi ve sistem kullanım istatistikleri.
• Görev Yöneticisi (Job Selector): Mevcut sistemlerinize entegre olarak çalışması amacıyla tanımlanmış veri entegrasyonu ve veri ambarı görevleri için.


Portfolyo (Ürün Dosyası) Araçları:
• Portfolyo tasarlamak, yayınlamak, paylaşmak ve görüntülemek için kullanılan araçlardır.
• Sihirbazlar ve Matrisler (Wizards & Matrices): Kullanıcıların kolayca yapılandırılmış belge oluşturmalarına yönlendirme ve yardım sağlayan araç ve sihirbazlardır.
• Değerlendirme (Evaluations)
• Raporlar (Reports)
• Düzen ve Tasarımlar (Layouts & Styles)
• Portfolyo Temaları (Portfolio Templates)

İSTATİSTİKLER

Yukarıdaki yapılan araştırmaya göre 2007 ve 2008 yılında satılan öğrenme yönetim sistemleri’nin iki yıl arasındaki kıyaslamayı gösterir (Pala ve Doğan 2009).


Yukarıdaki araştırmaya göre ise üç farklı öğrenme yönetim sisteminin market satışının yüzdeliği gösterilmektedir (http://zacker.org/higher-ed-lms-market-penetration-moodle-vs-blackboard-vs-sakai).

KAYNAKÇA
Pala K.F., Doğan N. (2009). Nette Öğretmen Eğitim Yönetim Sistemi. Bilişim Teknolojileri Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 3, Eylül 2009.

http://zacker.org/higher-ed-lms-market-penetration-moodle-vs-blackboard-vs-sakai adresinden 12 Aralık 2011 tarihinde alınmıştır.

http://sakai.ttidc.com.tr adresinden 13 Aralık 2011 tarihinde alınmıştır.

5 Şubat 2012 Pazar

Eee'lemek Nedir?

Selam gençlik, bu yazımda başlıktan da anlaşılacağı gibi günlük yaşamda bir çok kez rastladığımız bir olayı ele alacağım, "aman çokta önemli bir şeyi ele alıyorsun" diyen varsa "çık git kardeşim, tutan mı var?". İlk önce bu eee'lemenin kelime anlamını açıklayayım: Söylenecek sözü bulamama, düşünme esnasında çıkarılan ses. Bu işi Türkiye'nin üstadı sayılan Mehmet Ali Birand en güzel yapan kişidir aşağıda videosunu paylaşacağım. Aslında çok basit bir şeymiş gibi görülen bu davranışın altında çok farklı durumlar yatmaktadır, bunları teker teker açıklayacağım.
Eee'lemenin  çeşitleri bulunmaktadır ve günlük yaşamda -özellikle radyo ve televizyon yayınlarında- çok fazla kullanılır; ancak sürekli insanlarla ilişki kuran kişiler daha fazla kullanır. Bu kişilerin hepsini aynı kefeye koymuyorum tabi ki; ama konuşmalarına hazırlanmayan ve kitap okumayan kişilerin sık sık karşılaştığı bir durumdur. Bu durum dörde ayrılır.

  1. Yerine kelime bulamama.
  2. Bilmediğimiz bir şey hakkında, konuşma.
  3. Alkollü olma durumu.
  4. Ağız'ın beyinden hızlı çalışması.
Olmak üzere dört ana başlıkta incelenmektedir. Bu başlıklar, halk arasında kullanılan yerlerine göre araştırılıp gözlemlenmiş ve kullanım yerlerine göre başlıklara ayrılmıştır(!). Bundan sonraki örnekler, yazılar ve açıklamalar bu başlıklar altında devam edecektir.

Yerine Kelime Bulamama: Bu durum Mehmet Ali Birand'ın durumuna denmektedir. Yukarıda izlediğiniz videodaki gibi, her şey normal başlar; ancak bir anda eee'lemeye başlanır. Çünkü söylemek istediğimizi söyleyemeyiz ve yerine kelime de bulamayız; bazen bunun sonu saçmalamaya kadar gider. Bu durum heyecanlanmak, fazla kelime ve kelimelerin anlamlarını bilip günlük hayatta kullanma çabası içinde bulunmamaktan kaynaklanır. Yukarıda saydığım maddelerin üçünde kelime anlamlarını bilememeden kaynaklanan sorunun biride bu maddeyle alakalıdır, ancak MAB* gibi insanlara "be birader, biraz kitap oku da kelime hazinen gelişsin" diyemezsin. Sonuçta bu adamlar üstadtır ve işine burun sokmak ayıptır.

Bilmediğimiz Bir Şey Hakkında Konuşma: Aşırı derecede, çok yaygın bir durumdur. Türk vatandaşlarının  her şey hakkında bir şeyler bilme çabası, tamamen bu maddeyle alakalıdır. Bu maddeye uygun insan kişilikleri şu şekilde konuşur:
+Yahu Ayten filancanın çocuğu nereye gittiydi?
-Şeye gitti dur, dilimin ucunda, eee neydi yahu dur, Atatürk Üniversitesine gitti.
Halbuki oraya gitmemiştir apayrı bir yerde üniversite okuyordur; ama her şeyi bilen Ayten rolünü düzgün oynamak için bir şeyler uydurur. %90 doğruyu söylemez; ama doğruymuş gibi hareket edilir. Ertesi gün yapılan gün'de "senin çocuk ne yapıyor? Soğuk değil mi oralar?" diye sorulur, Erzurum'da okuduğu iddia edilen kişi, aslında Antalya'da okuyordur, duruma bir anlam verilemez ve işin boku çıkar. Bu maddeye uygun kişilere "haklısın","doğru söylüyorsun" gibi şeyler söylenir aksi durumlarda bu kişi darılır veya tamamen sizinle küser.

Alkollü Olma Durumu: Bu maddede yapılan durum normaldir; çünkü kişi alkollüdür her dediği doğrudur. Aksi iddia edildiği halde küfür, boşanma nedeni, arkadaşını evin yedi kilometre uzağında bırakma gibi sorunlar ortaya çıkara bilir. Bunun sonucunda siz zararlı çıkarsınız söyleyeyim. Bu tip durumlarda kişiyi tatmin edici evet haklısın, doğru söylüyorsun, şampiyon gibi kelimeler sarf edilirse sizden iyisi olmaz.

Ağız'ın Beyinden Hızlı Çalışma Durumu: Bu durum kesinlikle benim buluşumdur ve kimse aksini iddia edemez, şimdiden, açıkça buradan söylüyorum. Bu duruma sahip insanlar aşağıdaki matematiksel işlemdeki gibi bir durum içerisinde olurlar. Bu durumu matematiksel olarak kanıtlayacak olursak:
Konuşma Hızı (Fiziksel) > Beyinin Kelime üretme Hızı (Zihinsel)
Matematiksel olarak kanıtı bu şekildedir, aksi çıkabilir veya "evet! bu adamın dediği doğru" denebilir ama bu böyledir. Bu matematiksel işlemi Türkçe'ye dökecek olursak açıklaması şöyle olur: Her insan konuşurken kelime üretir; ama bazı insanların çenesi daha hızlı çalışır, bu durumda kişilerin ağzından çıkacak kelimeleri tükenir ve bu arada geçen zaman süresince eee'lemeye başlar. Bu eee'leme süreci kişinin konuyla ilgili herhangi bir kelime üretmesiyle son bulur. Son bulduğunda ise eee'leme biter ve konuşmaya devam edilir.

Bu durumlarda; bazen "bu adam ne demek istedi acaba" diye beynimizden çıkacak soruya yanıt bulmak gerekir; çünkü bu maddeye uygun kişiler, çok saçma bir kelimede kullana bilirler ve sizi "ne dedi lan bu" diye düşünmeye zorlar; ama bazen çok mantıklı bir cevap'ta verebilirler. Mesela kişi konuşurken eee'lemeye başlar, bu zaman içerisinde konuşamadığı için halk arasında "aha! göt oldu" diye bilinen mertebeye ulaştığını düşünürsünüz; ama o biliyordur aslında, kelime bulamamıştır ve beyin kelime ürettiğinde "göt olma" mertebesine siz erişmiş olursunuz. Aceleci olmamak lazım.

Açıkçası eee'lemenin genel tanımları bundan ibarettir; ancak bu davranış hakkında farklı durumlar veya maddeler bulunabilir bu tip durumlarda "vay pezevenk götünden uydurmuş" demeyin sakın. Kalın sağlıcakla.

*Mehmet Ali Birand

1 Şubat 2012 Çarşamba

Yeni Eğitim Yaklaşımı

Selam eğitimciler, tanımlarla ilgili baya bilgisi olan değerli bir hocamdan öğrendim "yaklaşım" kelimesini, adı konulmamış şey; yani daha bulunmamış, aslında bulunmuş da ne olduğu tam bilinmiyor, aman işte neyse. Kesin ben buldum demiyorum da fikirlerim var diyorum, o yüzden adını yaklaşım koydum.

Günümüzde ilk ve orta okulda verilen eğitim nedir? Ezberci eğitim... Kim ne derse desin, ağzınızla değil kuş, bir tarafınızla ceviz kırsanız ezberci eğitimdir arkadaş! Bir öğrenci "aha neydi bu, biliyordum" diyorsa ezberlemiştir. Neden? İnsan deneyim kazandığı veya öğrendiği bir şeyi unutmaz, yorum yapar, bir şey yapar konuşur; ama "biliyordum toparlayamıyorum" gibi cümleler kurmaz. Anlatmaya çalışır, örnek verir "misal" der "mesela" der bir şeyler der anlatmaya çalışır. İşte bu yüzden bize çocuklarımız bir şey sorduğunda "aah! biliyorudum, dur, dilimin ucunda" deriz.

Öğrenciler yetiştirilirken hep bir şeyler ezberlettirilmeye çalışılır ve bunun sonucunda bir şeyler öğrenecekleri düşünülür; ama hiçte öyle olmaz, hepsi zamanla unutulur. Kendi öğrenciliğinize dönün biraz, yazılı kağıdına bakarken hiç "hay geberesice soru şu formülü bir hatırlasam çözeceğim ama" demediniz mi? Dediniz tabi; ama merak etmeyin hala aynı şeyler oluyor.

Benim yaklaşımım aslında pekte lise, ortaokul ve ilkokulu kapsamıyor daha çok üniversite eğitimini kapsıyor çünkü:
  1. Ben de üniversite öğrencisiyim.
  2. Lise, ortaokul ve ilkokul öğrencileri çok fazla olduğu için, çok maliyet gerektirir. Belki ileride düşünülebilir; ancak şu an için pek olumlu görmüyorum. Neden? Benim düşündüğüm yaklaşım proje tabanlı olduğu için, her aile maddiyat açısından aynı değildir. Tamam da üniversiteyi okutanlar da aynı aile? Burada Üniversite devreye girebilir; çünkü nüfus az ve ödenek fazla.
  3. Çok ayrıntıya girersek, ayrıntı içinde boğulup kalırız. Sonuçta üniversite daha iyi lan!
Bundan sonra anlatacaklarım üniversite de yapılan sınav sistemlerine göre olacak. Ben diyorum ki, üniversitede yapılan bütün vize ve finaller kaldırılsın. Bunların yerine öğrencilere "Proje Ödevleri" verilsin. Verilen bu proje ödevleri 5 ödevden aşağı düşmeyecek ve ortalamaya %80 proje ödevi %20 dönem sınavı (neden "Dönem Sınavı" Türkçe olsun da ondan) bu şekilde öğrencilerdeki öğrenme oranı artacak. Bu şekilde eğitim sistemi veren eğitim kurumuna, öğrencilerin finalden en az 70 (iyice salaklar hariç) alacağına kefil olurum. Eğitim Fakültelerine giden arkadaşlar bilirler ki "yaparak öğrenmek, öğrenenin daha iyi öğrenmesini sağlar" bunun haricinde "ne kadar çok duyu organı kullanılırsa, o kadar iyi öğrenme sağlanır" bu da projeyi veren öğretmene kalmıştır. 

Bu şekilde verilen sistem de öğrenciler yaptıklarını anlar, yorum yapabilme kabiliyetleri artar; çünkü projelerini kendileri yapmıştır, ne yaptıklarının farkındadır. 

Kendi deneyimlerimden bahsedecek olursam, meslek liseli olduğum için daha çok proje tabanlı çalıştım ve benim gittiğim meslek lisesinde fiziksel koşullar mevcuttu ve ben hala meslek lisesinde yaptığım "PİC16F84 ile trafik ışıkları kontrolü ve otopark kapısı" adlı projemi unutmam. Yaptığım projenin raporu veya pic programlama kodlarına baktığımda hemen aklıma gelir; çünkü proje tabanlı öğrenmişimdir, yaşayarak öğrenmişimdir o yüzden unutmam.

Be kardeşim sende yazdıklarınla çelişiyorsun, hani liselerde olmazdı bu iş? demeyin; çünkü meslek liselerini bu yaklaşım içerisine alamam; çünkü onun fiziksel koşulları (genelde) mevcuttur ve hiç bir ek maddi ihtiyaca gerek duymaz veya duymayabilir, kesin konuşmayayım. Kalın sağlıcakla.