12 Şubat 2013 Salı

Toplumsal Sıkıntının Yansıması

Ülkemizde yaşanan olumlu veya olumsuz (Daha çok olumsuz) olayların kişiler üzerindeki etkilerini çevreye yansıtmalarından kaynaklanan durum. Biraz daha açayım, elektriğe, suya, doğalgaza gelen zamlar, geçim sıkıntısı, gelecek kaygısı, yapılan mesleklerden alınamayan doyum gibi bireylerin kişisel sıkıntılarını aniden parlama, kavga etme, sinirli davranma gibi davranışlarla başkalarından çıkartma hali diyebiliriz. Bu sinirlilik, duygusal değişimler, hemen hemen her şeye kızma gibi durumlar depresyondaki kişilerde görünmekte, birde bunu bir otobüs insanın aynı durumda olduğunu düşünerek hayal edin. Düşünün bütün otobüs sinirli ve parlamaya yer arıyor. Bugün bu ortamda bulunarak, duruma yakından şahit oldum.

Normal başlayan bir gündü. Sabah 7 tane kurduğum alarma uyanamayıp geç kalmama yarım saat kala uyanarak bir anda durağa attım kendimi. İlk gelen arabayla yola koyuldum. İneceğim durağa 3-4 kilometre kala araba bozuldu. Ne güzel oturmuştum diye söylene söylene kulağımda kulaklık müzik dinleyerek indim. Şoförün durumu bildirmesi üzerine arkadan gelen aynı hattın arabasına bozulan arabadaki vatandaşlarla birlikte bindik. Zaten balık istifi olmuş arabaya birde biz binince salamuraya yakın bir hal aldı.

Araç ilerlemek üzereyken son ses dinlediğim müziğin arasından kulağıma "Hadi be or'dan!" diye yüksek desibelli bir ses ilişti. Bir tane kulaklığımı çıkartarak durumu anlamaya çalıştım. Minibüsün muavini ile yolcu arasında artık sıradan hale gelmiş bir tartışmanın ortasında buldum kendimi. Olay bizim bozuk araçtaki yolcuların çalışan o araca binmesinden kaynaklı bir problem. Aşağıda diyalogları aklımda kaldığınca veriyorum.

...
Yolcu: Hadi be or'dan!
Muavin: Ne diyon amca sen!
Y: Otur lan yerine, dayak isteme kimsin sen!?
M: Asıl sen kimsin!? Gel bakalım dayak istiyom hadi gel!
Y: Sus lan terbiyesiz! Sen kimsin bana öyle diyon? Sen benim kim olduğumu biliyon mu? (Klasik)
M: Amca sus bak kaç yaşında adamsın. Benim dedem yaşında adamsın sen! 45 yaşında adamsın, ben 25 yaşında delikanlıyım! (Neden böyle dedi bilmiyorum, dövebilirim anlamında olabilir) Araba bozulmuş ne yapalım seninde başına gelebilirdi! Kapa çeneni otur!
M: Sen kapa çeneni ne demek "İn o zaman arabadan"?
...

Muhabbet böyle 5 dakika boyunca devam etti. Kimsin sen? Ben 25 yaşındayım sen 45 yaşındasın gibi anlamsız cümleler bir kaç kez daha tekrarlandı. Araba kalabalık olduğu için birbirlerine ulaşamadıklarından fiziksel temas sağlanamadı Allahtan. Bu olay arkamdaki genç birinin "Hey! yeter be kulağımı patlattınız! Sen küçüklüğünü bil, sende büyüklüğünü. Yeter ya ne kadar uzattınız! Ne çok seviyoruz Türk milleti olarak bir şeyleri uzatmayı. Ondan sonra akşama izliyoruz haberlerde birbirini öldürenleri. Biraz anlayış yahu! Yeter!" diyerek araya girmesi ile son buldu. Bir velinin çocukları uyarması gibi herkes sus pus kesildi. Her şey bu adamın dediği gibi aslında "Biraz anlayış".

Ufak bir parantez açmak istiyorum konu ile ilgili. Neden kimse olaya o ana kadar müdahale etmedi? Bu tip olaylarda herkes bir birine pas atar "Sen müdahale et, sen müdahale et" diye; ancak kimse müdahale etmez. Böyle olunca da saflar sakinleşene veya birbirini dövene kadar uzar. Ya da benim örnekteki gibi belli bir müddet sonra birinin araya girmesiyle sona erer. Nerede okuduğumu bilmiyorum ama kalabalık bir ortamda düşen birine herkes birbirinden ona yardım etmesini beklediği için kimsenin yardım etmediği ile ilgili bir şey okumuştum. Aynı olay düşen kişi ve bir başkasının bulunduğu bir ortamda gerçekleştiğinde yardım etme eğilimi hemen gerçekleşiyor. Otobüsteki olayda bu hesap.

Dağıtmadan konuma döneyim. Neden toplumsal sıkıntının yansıması diye başlık koydum? Yukarıdaki diyaloğun başı sonradan öğrendiğime göre yolcunun muavine "Sıkıştık be kardeşim yeter artık!" deyip muavinin de "Amca in o zaman" demesiyle başlamış. Amca in o zaman cümlesinden gelinen nokta, neredeyse birbirini öldürecek kıvam. Bir tarafta sıkışık bir arabada yolculuk yapmak istemeyen vatandaş. Diğer tarafta yardım etmek için duran araba ve yardım için durmadan önce masrafını çıkartmaya çalışan bir hat sahibinin muavini. İkisininde haliyle sıkıntıları var, bu da onun yansıması. Kalın sağlıcakla.

10 Şubat 2013 Pazar

Ne!?

Toplumun iletişimsizliğinin gelmiş olduğu son nokta "Ne?". Bu soru kalıbı ne kadar bir şeyleri sorgulamak için kullansak da genel anlamda baktığımızda başkasını terslemek için kullanıldığını daha çok görüyoruz. Birine soru sorarsınız, anlamak istemediğinde veya işine gelmediğinde size yüksek sesle "Ne!?" diye cevap verir. İnsan gibi "Efendim anlayamadım" hadi onuda geçtim "Efendim" demeyi bile kendi insanlığına çok görür.

Arkadaşlarla yaptığımız muhabbette anlatılan anılarda "Ne" sözcüğünün genelde karşıdakini terslemek amaçlı yapılan bir davranış çeşidi olduğunu farkettim. Şu filmlerde gördüğümüz "Seni seviyorum", "Ne?" gibi karşılıklı konuşmalarda geçen değil. Kendi yaşamıma da şöyle bir göz attığımda gerçekten bir şeyi duyamadığımda "Ne" diye cevap vermiyorum. Gerçi bu karşımdaki insan ile aramdaki samimiyete bağlı olarak değişiyor da, zaten ondan bahsetmiyorum sosyal hayatta diğer insanlar ile yaptığımız konuşmalardan bahsediyorum.

Yolda size yol tarifi soran birini duyamadığınızda "Ne?" diye cevap verirseniz karşıdaki size içinden öküz der. Amacım kalkıp terbiye vermek değil de arkadaşların yaşadığı anılara girmeden önce bir yol yapmak istiyorum yanlış anlaşılmasın.

Kişilere karşı saygılı davranmamız da o kişinin toplumdaki statüsüne göre, ne yazık ki değişiyor. Apartman görevlisi ile yaptığımız konuşma ile bir yerin müdürü ile yaptığımız konuşma aynı değil. Aynı olmak zorunda değil; ama apartman görevlisi sizin çöplerinizi topluyor diye öküz öküz konuşmanın da bir anlamı yok. O bir yerin müdürü sizinle, sizin apartman görevlisi ile konuştuğu gibi konuşsa "Şerefsiz" demek içten bile değil; ama bu durumda sizde apartman görevlisinin şerefsizisiniz. Yani biri sizin için çalışansa ve parasını siz veriyorsanız onu köpek götüne sokup çıkartma yetkisine sahip olmuyorsunuz.

Bir de gelelim muhtaçlıktan gelen karşıdakini ezme durumuna. Böyle durumlarda karşıdakinin parasını sizin vermenize rağmen ona muhtaç olduğunuz için sizi ezmesi durumu söz konusudur. Bunu devletin her kademesinde görebiliriz, şu belediye veya bu bakanlık çalışanı demeye gerek yok. Herkes eşit olmasına rağmen bazılarının bizden daha eşit olduğunu çok rahat sezebilmekteyiz kuşkusuz.
Yıl 2013 olmasına rağmen hala iş yerinde çalışanların aslında o işi yapmak zorunda değilde orada hobi amaçlı  durduğunu zannedenler var. Bir okulun öğretmeni derse girip çocuklara dönerek "Onca işimin arasında bir de size ders veriyorum!" demesinden ne çıkartabiliriz? Paşamıza bakın, onca işinin arasından kalkıp ders anlatmaya gelmiş, siktir git o zaman ne yapalım? Burada girdiği kalıpta aynı başlıktaki gibi "Ne!?". Yani diyor ki "Ne yani ders mi anlatayım? Ne?" davranışsal olarak "Ne?" hali.

Birde bazı yerlerde bir işinizi yapmak için birine danışmamız gerekir. Kapıyı çalıp içeri girdiğimizde karşımızda  söz ile çok güzel bir karşılama görürüz "Ne? Hı? Ne var? Gene ne var?" birde buna ilginç kafa hareketleri eşlik eder, ne söyleyeceksen söyle siktir git anlamında. Yahu bu adamı buraya danışman, danışma veya birisi gelip bir şey sorsun, o da cevaplasın diye koymamışlar mıydı? Bu hal ve hareketler nedir?

Ya konuşmayı ve saygı olayını bile öğretemiyoruz, ya da halkla ilişkili olacak yerlere halkla ilişkisini bırak konuşmanın bile ne demek olduğunu bilmeyen insanları seçerek koyuyorlar. Kalın sağlıcakla.

2 Şubat 2013 Cumartesi

Sorgulamama Sorunu

Genel olarak eğitim sisteminden kaynaklı olduğunu düşündüğüm problem. Sorgulamayı bilmekten ziyade neyi sorgulayacağımızı da bilmiyoruz. Küçük gibi görünsede büyük problemlerimizden bir tanesi... Basit olarak bir soru yöneltin kendinize, en son neyi sorguladınız? Yan komşunun gece geç saatte gelmesi olabilir mi mesela? Ya da ilk okulda aldığınız matematik dersindeki üçgenin iç açılarının ileride ne işe yarayacağını mı sorguladınız? Siyasal olarak konuya bakalım bir de, ülkenin neden bu hale geldiğini veya neden batılı ülkelerden daha geride olduğumuzu sorguladınız mı?

Sorgulamak kompleks bir yapıdır aslında. Neden böyle oldu? Niçin bu şekilde? Amaç ne? gibi bir çok soru kalıpları ile hayatınızı veya çevrenizdeki olup bitenleri sorgulamanız mümkün. Önemli olan sorguladığınızda bir sonuca varıp bu sonuca göre bir takım stratejiler üreterek sorunu aşmak. Matematik dersindeki üçgenin iç açılarını öğrenmek ve bunun ileride ne işinize yarayacağını sorgulamak güzel bir davranış; ancak biz bunu sorgularken matematik dersindeki o konuyu öğrenmemeyi amaç ediniyoruz. Veya dersi anlatan öğretmene yönelttiğimiz bu soru ile öğretmeni konunun dışına çıkartarak dersi kaynatmayı amaç ediniyoruz. Yani sorgulama yaptığımız şey üçgenin iç açılarının ileride ne işimize yaradığını merak edip bunun üzerine araştırma yapmak değil, tek amaç var oda dersi kaynatmak. Öğretmen bunun üzerine bir takım doğru şeyler söylese de  sorguladığımız şeyin sonucuna ulaştığını düşünmüyoruz ki zaten amaç sorgulamak değildi.

İlk başta dediğim eğitim sisteminden kaynaklı probleme dönelim. Bu sorunu ortaya çıkartan yegane etken budur. Bu zamana kadar sorgulamayan nesil yetiştirdik bundan sonra da öncekinden daha beter bir nesil yetiştireceğiz bu gayet açık. Yıl 2013 olmasına rağmen kitapları yasaklatma çabası içerisindeyiz, 100 temel eser olmalarına rağmen. Neden sorgulamıyoruza gelecek olursak bana göre iki etken var birincisi deminde söylediğim gibi eğitim sistemi, diğeri de bir şeyle uğraşmak istemememiz.

Eğitim sisteminden konuyu ele alalım. Eğitim bilimlerine baktığımızda 4. sınıfa kadar test olarak bilinen çoktan seçmeli sınav tipinin öğrencilere uygulanması sakıncalı. Bunun nedeni öğrencilerin elinden yorum yapma yeteneğinin alınması; çünkü ortada bir soru var ve bu sorunun cevapları da iki satır altta yazıyor. Öğrencinin bir şeyler üretmesine gerek yok, aşağıda hepsi mevcut zaten, ne gerek var. Yorum yapması veya sorgulaması gereken 4 veya 5 şıktan ibaret. Daha da netleştirmek için kendi yazımdan ele alıyorum. Şu anda sınavda olduğumu düşünün ve bana şöyle bir soru yöneltildi:

Sorgulama sorunu nedir?
a) Eğitimsel sorun
b) Ekonomik sorun
c) Psikolojik etmenlere dayalı sorun
c) Davranışsal sorun

Aynen yukarıdaki gibi bir soruya ben "a" şıkkını işaretleyerek cevapladım. Birde bana yöneltilen soruyu şöyle düşünün "Sorgulama sorunu ile ilgili düşüncelerinizi yazınız." farkettiyseniz bu soru bile değil. Burada benden istenen bir şeyler sentezlemem. Bu soru üzerine ben burada okuduğunuz bütün yazıyı yazdığımı düşünün. Hangisinde daha üretkenim?

Son yazdığım paragraftan benim hakkımda "Kendini beğenmiş, süper bir sorgulayıcı sanıyor pezevenk" diye bir şey düşünmenizi istemiyorum, tamamen somutlaştırma çabası içerisindeyim.

Sorgulamayışımızın sebepleri arasında da uğraşmak istemememiz var demiştim. Bunu da üşengeçlikten tutunda yapmak istememeye, hatta gerek duymamaya kadar götürebiliriz. Bir şeyleri sorgulamak için zaman ayırmak, kitap okumak, araştırmak gerekir. Bunları yapmak istemediğimizde sorgulamakta istemiyoruz demektir. Böyle tutum içerisinde olunca da sorgulama yapmadığımızı ve her şeyi olağan olarak kabul ettiğimizi bilen birileri, bu zayıf noktamızı kullanarak bize istediğini yaptırır. Bir şeyleri sorgulamanız dileğiyle kalın sağlıcakla.