26 Ekim 2012 Cuma

Hayatın İçine Etmek

Başlığı koyarken ufak bir zorlanma yaşadım; çünkü cümleye "Hayatın içine..." diye başlayınca insanın sonuna "sıçmak" kelimesini kondurası geliyor. Sonra kedi kendime "Yazının başlığına sıçmak diye bir şey yazmalı mıyım?" diye soru sordum "dikkat çeker, komik olur, ilginç olur..." diye yanıtlar aldım; ancak google'ın arama motoruna "Sıçamıyorum" gibi bir şey yazıldığında benim bloğun çıkmasını istemiyorum, bu yüzden "Etmek" kelimesiyle değiştirdim. Başlıkları koymada böyle sıkıntı yaşarken, geçtiğimiz günlerde "kendi anası ile yatak hikayeleri" yazıp benim bloğu bulan arkadaşı tebrik ediyorum. Saçma yerlerde benim blog çıkmasın diye uğraşırken böyle uzun bir anahtar kelime yazıp burayı bulması büyük başarı. Bir gün karşılaşırsak elini sıkmayı düşünüyorum.

Konuya giremeden böyle bir durumdan muzdarip olduğumu belirterek, yazmak istediğim konuya başlamak istiyorum. Türkiye de yaşamak zaten hayatta kalma çabası içerisinde olmak demek. Aslında bu memlekette yaşayarak hayatın içine etmeyi kendiliğinden yaptırtabiliriz. Sizin tek yapmanız gereken halk otobüsüne binmek. İşte o otobüse binerek hayatınızın içine etme biletine sahip olabilirsiniz. Olay çok basit: İki adet aynı hatta çalışan kendini bilmez şoför otobanda yarışa tutuşurlar, sonra kaza olur, şanslı iseniz veya Allahın sevgili kulu olmak diye tabir edilen durumda olmayı başarabildiyseniz ya oracıkta ölürsünüz ya da ufak sıyırıklarla kazayı atlatırsınız. Aksi takdirde kısa çöpü çektiniz demektir.

Senenin ilk dersine giren hocanın kurduğu ilk cümle şu oldu: "Ben burada tesadüfen yaşıyorum" ilk başta derste dikkat çekmek için yaptığını düşündüm; ancak başından geçenleri bir anlattı, tesadüf kelimesi bile zayıf kaldığını anladım. Başından geçenleri aklımda kaldığınca anlatıyorum: Sağcılığın ve solculuğun aşırı yaşandığı dönemde rahmetli Ecevit televizyona çıkıp "Terörü bitirdik" açıklaması yapıyor. O açıklamayı yaptıktan sonra bizim hoca da "Nah bitirdin, birazdan bombalar patlar" cümlesini kuruyor. İşte o aralar sokağın bir yerinde patlama oluyor. Bizim hoca da bakmak için balkona çıkıyor. Ortalığa bakınırken orada film kopuyor ve gözlerini hastanede açıyor. "Ne oldu bana?" gibi sorular sorarken, meğersem diğer bombada bunların balkonda patlamış. Adam hastaneye kaldırılmış, bağırsaklarının bilmem kaçı kesilmiş, iyileşmiş falan... Daha sonra bir müddet işsiz kalmış. Özel üniversitede çalışmış. Emeklilik isteyince ikramiyesi verilmemiş ve üniversite ile mahkemelik olmuşlar. Aradan 8 yıl geçmiş mahkeme bunun haklı olduğuna karar vermiş, hakkı verilmiş anladığım kadarıyla. Yaş olmuş 50-60 arası bir şey, yeni yeni düzene oturmuş bir hayatı var. O da gördüğüm kadarıyla. Sonuç ne? Bildiğin birileri bu adamın hayatının içine resmen sıçmış. Yaşanan yer? Türkiye. Bitmiştir.

Son iki örnek başkaları tarafından, yaşamlara edilen müdahaleler sonucu ortaya çıkan boktan durumlarla ilgiliydi. Birde kendi kendimize yaptığımız şeyler var. Ben buna "Kişinin kendine koyduğu çember" olarak tanımlıyorum. Bu çemberi anlatmadan önce Elif Şafak'ın çember ile ilgili TED'te anlattığı hikayeyi de ele almadan da önce, bir şey anlatayım. Ben bu bayana mail attım. Dedim yazınızı bloğum da yayınlamak istiyorum izin verir misiniz tarzında. Hiç beklemiyordum ve sonuçtan çok umutsuzdum. O umutsuzluğum doğru çıktı ve cevap mevap gelmedi. Şu an itibariyle bundan sonra yazdığım kalın ve italik olan yer bana ait bir düşünce değildir. Elif Şafak'ın sitesinde bir yerde bulabilirsiniz. Ne diyor bu bayan çember ile ilgili hikayede?:

... ama bir de geometrik bir şekil kullanacağım: çember. Yani konuşmam boyunca, pek çok çemberle karşılaşacaksınız. Fransa Strasbourg´da Türk bir anne babanın çocukları olarak doğdum. Kısa süre sonra ebeveynlerim boşandılar, ve ben de annemle beraber Türkiye´ye döndüm. O günden sonra, bir dul annenin yetiştirdiği tek çocuk olarak büyüdüm. 1970´li yılların Ankara´sında bu alışılmadık bir durumdu. Oturduğumuz muhit evin reisinin baba olduğu geniş ailelerle doluydu. Yani ata-erkil bir ortamda annemi dul bir kadın olarak görerek büyüdüm. Aslında, iki ayrı çeşit kadınlığı gözlemleyerek büyüdüm. Bir tarafta annem vardı, iyi eğitimli, laik, modern, batılılaşmış bir Türk kadını. Diğer tarafta ise gene beni büyüten ve daha ruhani, daha az eğitimli ve kesinlikle daha az akılcı olan anneannem vardı. Bu kadın geleceği görmek için kahve telvelerini okuyan ve nazarı def etmek için kurşunu gizemli şekiller alacak şekilde eriten biriydi. Anneannemin çok ziyaretçisi olurdu; yüzlerinde ağır sivilceleri veya ellerinde siğilleri olan kişiler. Her defasında anneannem Arapça bazı kelimeler mırıldanır daha sonra da kırmızı bir elmaya yok etmek istediği siğil sayısı kadar gül dikeni saplardı. Sonra da tek tek bu dikenleri siyah bir mürekkeple çember içine alırdı. Bir hafta sonra hasta kontrol için geri gelirdi. Şimdi, bilim insanlarının ve akademisyenlerin olduğu bir seyirci topluluğu önünde böyle şeyler söylememem gerektiğinin farkındayım, ama gerçek şu ki, ciltlerindeki rahatsızlıklardan dolayı anneannemi ziyaret eden bu kişilerden bir tanesinin bile mutsuz ya da iyileşmeden gittiğini görmedim. Anneanneme bunu nasıl yaptığını, duaların gücüyle mi alakalı olduğunu sordum. Cevap olarak bana "Evet, dua etmek etkilidir. Ama çemberlerin gücüne de dikkat etmelisin" dedi. Bu, ondan öğrendiğim nice kıymetli dersten biri oldu. Eğer hayatınızda bir şeyi yok etmek istiyorsanız, bir sivilceyi, bir lekeyi veya bir insan ruhunu, bütün yapmanız gereken onu kalın duvarlarla çevrelemektir. İçeride kuruyup kalacaktır. ...


Son noktaya dikkat lütfen! Ne diyor? "... bütün yapmanız gereken onu kalın duvarlarla çevrelemektir. İçeride kuruyup kalacaktır. ..." işte o kalın duvarları biz beynimizde koyuyoruz. Küçüklükten itibaren çocuk "Ben matematiği yapamıyorum!" diye milyon defa söylüyor ve gerçekten de yapamıyor. Çünkü matematiği yapabilme inancının etrafı kalın duvarlarla çevrili eğer o duvarı yıkarsa matematiği yapar.

Bir insanın ruhunu çembere almak, cümlesini anlamlandırmak zor değil bu çember bir anne olarak siz de olabilirsiniz, bir ders olarak kişinin kendisi de olabilir, koskocaman küresel bir ideoloji de olabilir. Önemli olan çembere almak. Bundan sonra kalınlık ta önemli değil. Sonuç olarak her yerimizin kapalı olduğu bir yerdeyiz, ne önemi var kalınlığın? O duvarı yıkmaya yeltenmedikten sonra?

Bir gün kendinize koyduğunuz çemberin dışına çıkmayı başarırsanız o zaman kendi hayatınızın, nasıl içine ettiğinizi görürsünüz. Bir çemberi koymak için "ben bunu yapamam" demek yeterlidir. Bunun sayesinde hayatımızın içine edecek büyüklükteki bir çemberi hayatımızın içine sokmuş oluruz. O çemberleri yıkmanız dileğiyle kalın sağlıcakla.

1 yorum:

  1. güzel bi yazı çıkmış, video için de teşekkürler

    YanıtlaSil