Bu zamana kadar izlediğim filmlerin hangisi bana büyük, kocaman ve harika uçak hayali kurmama katkı sağladıysa hepsine lanet gelsin; çünkü kendimi o kadar çok büyük ve harika bir uçağa girip ferah ferah uçmaya hazırladım ki anlatamam. Bu hayal, heyecanlı bir şekilde uçağa girerken hostesin "Hoş geldiniz." demesinin ardından sağa dönmemle sona erdi. İçimden şöyle dediğimi hatırlıyorum "Lan bu resmen tabut!" hemde ne tabut, 10 km yüksekliğe çıkabilen içine yaklaşık 150 kişi alabilen kanatlı bir tabut. Hemde parası ödenmiş.
Size nasıl tarif ederim bilmiyorum, sanırım şu uygun: Şehirler arası giden yolcu otobüslerinin yan yana 2 koltuğu olur ya, onun yanına bir tane daha ekleyin ve o koltuklar arasında dolaşabilen muavinin yolunu 5-6 parmak daha büyütün. İşte bindiğim boeing bilmem kaç öyleydi. Bir sonraki hayal kırıklığım yerime geçtikten sonra penceresine bakmamla gerçekleşti. Resmen 1 karış olan camdan dışarısını görebilmek bir mucize.
Yerimize oturduk ve artık uçağın kalkmasını bekliyoruz. İşte o arada yemek yerken kullanmaya yarayan, ön koltuğun arkasında bulunan açılabilen masanın üzerindeki acil durumda yapılması gerekenlerin yazılı olduğu şeyleri okumaya başladım. Yok uçak denize inerse şöyle, acil inişte böyle, türbülansta öyle gibi bilgiler yer alıyordu. Herhalde dedim "Bu uçak bir şekilde düşecek!" ve yapılması gerekenler bunlar. Tabut benzetmesinden sonra rahatlamayı beklerken birde bunu görünce iyice canımı sıkmaya başladı. Hani biri gelip "Belgrad'a otobüs seferlerimiz başlamıştır" dese inip onunla gideceğim.
Uçağa binmeye yarayan akordiyon tarzı şeyden ayrılıp kalkış için yol almaya başladı. Kalkış noktasına geldik. Rahatsız edecek derecede motorlarını çalıştırdıktan sonra pist üzerinde tahminimce 200-250 km hıza ulaştıktan sonra havalandı. Artık o çok merak ettiğim uçma eylemine başlamış oldum.
Bazen arabalar tümsekten geçerken bir his verir ya işte o hissi uçak gerekli yüksekliğe ulaşırken birçok kez yaşadım. Gerekli yüksekliğe gelip uçak düzeldikten sonra sevgili hosteslerimiz devreye girdi bu sefer. Tam da ben "İyi hadi tümsekten geçermiş gibi his veriyor, eğlenceli yahu!" derken. Bu sefer onlar anlatmaya başladı "Çıkışlarımız şuradan, oradan ve buradan. Acil durumda bilmem kaç numaralı koltukta seyahet eden yolculardan yardım istenecektir. Eğer kendilerini bu göreve uygun görmüyorlarsa lütfen yerlerinin değiştirilmesi konusunda bilgi versinler." haydaa! Ulan bu uçak uçacak mı düşecek mi biri net bir şey söylesin! Kamil Koç'ta giderken muavinler böyle şeyler yapmıyor! Karar verin artık!
Ön koltukta bulunan masanın arkasında yazılanlar hostesler tarafından gösterilmeye başlandı. "Hava basıncı düşerse yukarıdan maskeler düşecek. İlk önce çocuğunuza sonra kendinize." hadi be or'dan. Türk annesi öyle mi yapar? İlk önce çocuğuna sonra kendine. "Can yelekleri koltuklarınızın altında veya tavandadır. Acil durumda alıp uçaktan indikten sonra şişiriniz." yok yok bu uçak kesin suya falan düşecek. "Kenarlardaki ipleri çektiğinizde kendisi şişer, eğer şişmezse yan taraftaki borulardan üfleyerek şişirebilirsiniz." laflara bak ya! Resmen dandik can yeleği koymuşlar. Allah'tan yüzmeyi biliyoruz da...
Neyse ki bu gösteri bittikten 5-10 dk. sonra rahatlamayı başardım. Ta ki ilk türbülans dehşetini yaşayana kadar. Sanki uçak taşlı bir yolda ilerliyordu. Camdan kanatlara doğru baktım "Yok artık, resmen kağıt gibi oynuyor bunlar!" dedim. Kanat dediğin oynar mıymış canım? Filmlerde yoktu öyle bir sahne. Mis gibi süzülüp gidiyordu gökyüzünde. Hayret bir şey! Bu iş iyice canımı sıkmaya başlamıştı.
Bir kaç küçük çapta türbülans'tan sonra onada alıştım. Tek alışamadığım hala gök yüzünde olmak ve düşebilecek bir şeye kemer bağlamaktı. Neyse ki uçak yolculukları uzun sürmüyor. Tekerleklerin Nikola Tesla Havaalanı'na değmesiyle içim rahatladı. O zaman "Yok arkadaş insan oğlunun ayağı toprağa basacak" dedim. Dönüş yolculuğum bu kadar sıkıntılı olmadı ama işim düşmezse uçağa binmeyi düşünmüyorum. Kalın sağlıcakla...