pizza etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
pizza etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ekim 2013 Cumartesi

Sokakta 4 Gece: Bölüm 2

Venedik'ten Lübliyana'ya 30 dakikalık rötar ile vardık. Yaklaşık 1 ay önce de buradaydık ve trenden indiğimizde sanki 3-4 gün önce buradaymışız gibi geldi. Çantalarımızı kitledikten sonra istasyonun dışına attık kendimizi. Resmen buraya sonbahar hakim olmaya başlamıştı. 1 ay önceki gibi insan kalabalığı yoktu ve sararan yapraklar yerlere hakim olmaya başlamıştı. Burası başkent olmasına rağmen büyük bir yer değil ve özellikle Ağustos ayında sokaklarda neredeyse hiç insan yoktu. Şenlikler falan bitmiş, dükkanlarda neredeyse hiç insan kalmamıştı. Sanki kepenk kapatmışlar gibiydi; ama Lübliyana'nın Sonbahar'ını da görmek güzeldi.

Zaman geçirmek ve biraz karnımızı doyurmak için şehrin içinden geçen nehre doğru ilerlemeye başladık. Daha önce geldiğimizde turistlerin bilgi almaları için kullanılan yerden çok ucuza bisiklet kiralayıp neredeyse her yerini gezmiştik. Gene kiralamayı düşünürken meydandaki pembe kilisenin çaprazında ilginç waffle yapan dükkanı görünce kararlar bir anda değişti, kendimizi sırada bulduk. Dürüm gibi yapılan waffle'larımızı aldıktan sonra insanlardan uzaklaşıp yemeye başladık; çünkü yaklaşık 2 gündür yıkanmıyorduk ve sadece Venedik'te ayaklarımızı kanaldaki deniz suyunda yıkamıştık. Eh, insan ister istemez koktuğunu falan düşünüyor.

İlk geldiğimizde her yeri gezdiğimiz için bu sefer sadece öylesine dolaşmayı tercih ettik; ama geçen ay pembe kilise restorasyonda olduğu için dolaşamamıştık. Hazır açıkken birde bunu gezelim dedik. Kiliseye ilk girerken yaşlı bir kadın kilise kapısında dileniyordu. Neden bilmiyorum Hristiyan dilenciler tüm gezim boyunca beni çok etkilediler, büyük ihtimal izlediğim filmlerden lanet bilinç altıma işlenmiş. Bu sefer dayanamayıp 1€ vermek zorunda kaldım.

Akşam olmaya başlayınca tren istasyonuna doğru yürümeye başladık. Waffle karın doyurmadığı için gene McDonalds'a gitmeye karar verdik. Zaten bu şirketi her yerde bulabilirsiniz. İstasyondan çıktığınız gibi mutlaka bir McDonalds ile karşılaşıyorsunuz. 2 sokak aşağıda 3 sokak yukarıda, her yer McDonalds. Yemekleri yedikten sonra çantaları geri alıp Zagreb'e gidecek olan treni beklemeye başladık.

Rötarsız gelen tren sayesinde 4-5 saatlik yolculukla bu akşam bizi sokaklarında misafir edecek olan Zagreb'e ulaştık. İndiğimiz gibi çantalarımızdan sadece uzun kollu bir şeyler aldık ve fermuarlarını kapatıp kilitledik. Artık sıra yemek yemeye gelmişti ve 1 ay önce Zagreb'in meydanına yakın bir yerde keşfettiğimiz pizzacıya doğru yol aldık. Açıkçası İtalyan pizzasına tercih edilebilecek tadı var ve kola ile birlikte 15 kuna (5 TL). Pizzacıya geldiğimizde başımızdan aşağı kaynar sular döküldü; çünkü burada euro para birimi geçmiyor ve parayı bozdurmak için döviz bürosu bulmak gerekli. Saat gece 12 olduğu için bildiğimiz bütün döviz büroları kapalı ve AÇIZ!!

Sinirlerimiz alt üst oldu. Paranız olmasına rağmen hiç bir şey alamamak kadar ironik bir şey yoktur herhalde. Kime sorsak bu saatte hiç bir yerin açık olmadığını söyleyip meydandaki kumarhaneye yönlendiriyordu. Oraya da gittik; ancak parayı bozduramayacağını söylediler. Kuyruğumuzu kıstırıp istasyona geri döndük. Sıcacık poğaçaların bulundu bir pastahane vardı. Acıyın bize der gibi çalışandan euro kabul etmesini istedik ancak nafile. O da bizi taksicilere yönlendirdi. Neyse ki bir taksici bulduk ve 10€ bozdurduk. Pastaheneye dönüp bir şeyler aldık. Artık karnımız da doyduğuna göre uyuma vakti gelmişti. Uyku tulumlarını almak için para verilerek emanet alan elektronik kasaya tekrar para vermemek için üstümüzdekilerle istasyonda bir kutu köşe bulup yatıp uyumaya başladık.

Her şeye katlanabiliyorduk çünkü planımıza göre bu sokakta geçireceğimiz son geceydi. Taş üstünde yatmaktan belim ağrıdığı için bir ara uyandım ve kirişteki güvercin dikkatimi çekti. Her an üzerimize sıçma ihtimaline karşı başka yerde uyumaya gittik. Orada da gürültücü bir Rus grubu vardı. 1 saat uyumaya çalıştıktan sonra gürültü şiddeti arttığı için kalkıp gitmeye karar verdik. Uyumaya geldiğimizde her yerde uyuyan birileri vardı; ama kalktığımız da hepsi gitmişti. Gürültücü grup herkesin canına tak ettirmişti anlaşılan.

Hava aydınlandığı için biraz şehirde dolaşıp bir şeyler atıştırdıktan sonra istasyonun karşısındaki sarı binanın arkasında bulunan parkın banklarına uzanıp biraz daha uyumaya karar verdik. Burada da parkta köpeğini gezdirmeye gelen insanların köpekleri bizi rahat bırakmadı. Pislikten köpeklere kötü kokmaya başladığımızdan olacak bir kaçı bize havladı. Neyse dedik bu son geceydi ve Belgrad'a döndüğümüzde rahatça yıkanıp uyuyabilecektik. Banklardan kalkıp istasyona yakın olan yere marketten bir şeyler alıp çimlere uzandık. Artık Belgrad'a  gidecek olan treni bekliyorduk ve yaklaşık 8-9 saat sonra booking.com'dan çok ucuza bulduğumuz otele yerleşip yıkanıp uyuyabilecektik.

Sokakta 4 Gece: Son Bölüm, Belgrad'ı buradan okuyabilirsiniz.

3 Ekim 2013 Perşembe

Sokakta 4 Gece: Bölüm 1

Not: Resimdekiler biz değiliz.
Bu yaza kadar hiç aklımın ucundan bile geçmeyecek bir şey yaptım. İnterrail yaparken 4 gece sokaklarda yatmak zorunda kaldım ve ilginç bir deneyim oldu. Gerçekten insan bir şeyleri yaşamadan anlayamıyor. Gerçi benim durumum sokakta yaşayanların durumunun yanında sıfır kalır; ama bir nebze de olsa kalacak yerinin olmaması ve sokaklarda yatmanın ne demek olduğunu anladım. Her şey Polonya'daki trenin geç kalmasından dolayı diğer treni Salzburg'da kaçırmak ile başladı. Gelecek tren sabah 6:00 civarlarında istasyonda olacaktı ve bizim 5 saat vaktimiz vardı. Gece olduğu için Salzburg'u gezemeyecektik ve yorgun olduğumuz için uyumamız gerekiyordu.

Salzburg'a geldiğimizde 5 saatimizi burada geçireceğimizi biliyorduk. Tek korkumuz sabahın ilk ışıklarına kadar bilmediğimiz bir ülkenin bilmediğimiz bir şehrinde yanlız kalmaktı; ancak peronlardan aşağıya doğru indiğimizde yanlız olmadığımızı anladık. Büyük ihtimal 20-30 kişilik gruptan oluşan interrailciler bizim gibi Polonya'dan rotarlı gelen tren yüzünden Venedik'e giden treni kaçırmışlardı. Bizde onlar gibi bir kuytu bir köşe bulup matlarımızın üstüne uyku tulumlarını sererek uyumaya başladık.

Yattığımız yerin etrafında dükkanlar olmasından dolayı sabah 5:00-5:30 civarında istasyon görevlileri gelip bizi uyandırdı. Trenin gelmesine de 1 saat kaldığından bir yerlerde bir şeyler yemek için dışarıya çıktık. İstasyonun hemen önünde sabah işe gidenler için kahve ve kuruvasan satan biri vardı. Oradan bir şeyler alıp açlığımızı bastırdık ve trenin kalkacağı perona geldik. Neyse ki bu tren tam zamanında geldi ve Venedik'e zorlanmadan gidebileceğimiz için mutlu olduk.

Venedik'e vardığımızda çantalarla dolaşmamak için 9€ karşılığında emanetçiye bırakıp istasyondan ayrıldık. Şehri gezmenin en mantıklı yolu "City Map" diye satılan şehrin haritasını almaktır; ancak burada 2,5€ olduğu için almaktan vaz geçip şehrin sokaklarında kaybolmayı tercih ettik.

Sabahleyin sadece kuruvasan ve kahve ile durduğumuzdan dolayı ilk işimiz bir şeyler yemek olacaktı; ancak sokaklarda yürümeye başladığımızda bütçeye hiç uygun olmayan fiyatlarla karşılaştık. Şehrin içlerine doğru ilerledikçe fiyatların düştüğünü gördük. İyice içerlerde bir yerlerde mutlaka bütçemize uygun bir şeyler bulacağımıza emindik. Eğer bir gün Venedik'e yolunuz düşerse ilk gördüğünüz restorana girmeyin. İçerlere doğru ilerledikçe daha uygun yerler bulabilirsiniz. Buna hediyelik eşya fiyatları da dahil. Tam bu aralarda küçük büfemsi bir yerde pizza ve kolanın 4€'ya satıldığı bir yer bulduk. Nevaleleri alıp bir kanal kenarında sandviç gibi ikiye katlayıp öğlen saatinde kahvaltımızı etmiş olduk. Açıkçası bu pizzanın pek bir numarası yok. Bildiğimiz pizza işte, tek fark İtalya'da yapılmış olması.

Karın doyurma faslı bittikten sonra biraz daha turlamaya karar verdik. Arada bir internete girip sağ olduğumuzu bildirmek için bizimkilere mesaj atmak gerekiyordu. Bu yüzden kahve içebileceğimiz ve interneti olan bir yer aramaya başladık. Yemek ararkenki kural bunda da geçerliydi. Turistlerin yoğun olduğu yerlerdeki kafelerin fiyatları biraz daha pahalı; ama ara sokaklara girdiğimizde daha uygun fiyatlar bulabildik. Bu sayede İtalyan kahvesini ve yanında verilen ilginç kurabiyeyi de tatmış olduk. Hatta tadını beğendiğimiz için iki fincan içtik. Kafe sahipleri iyi ilgilendiler. Baya muhabbet ettik. Hava kararmaya başlayınca da tren istasyonuna dönmek için yola koyulduk. İtalyan birinin yanlış tarifi yüzünden kanala açılan çıkmaz bir sokakta kendimizi bulmaktan başka bir sorun yaşamadık. Daha sonra kendi kafamıza göre istasyonu bulabilmeyi başardık.

Venedik'de gezip tozduktan sonra Lübliyana'ya gidecek olan treni beklemek üzere tren istasyonunun karşısındaki kilisenin önünde önceden 4-5€'ya aldığımız 2 şarabı Çek Cumhuriyeti'nden iki kız ve İspanyol sevgililere biz de katılarak içmeye başladık. Bundan sonra gitmek istediğimiz yer Lübliyana ama İtalya'nın Udine diye bir şehrinde aktarma var ve bu aktarma süresi 6 saat. Yani geceyi Udine'de geçirmek zorundayız.

Sokakta uyumanın ilk gecesi fena sayılmazdı. En azından başımıza bir şey gelmedi; ama burası İtalya ve Udine hakkında hiç bir fikrimiz yok. Uyumamız gerek ama başımıza bir şeyinde gelmemesi gerekiyor. Onca günden sonra bir şeylerin çalınmasını istemiyorduk.

Venedik'te içtiğimiz şarap bizi çakır keyif yapmıştı ve yorgunluk yüzünden iyice uykumuz geldi. Ne yalan söyleyeyim Udine'ye varınca istasyondaki bir perona geçip matları yaydık. Uyku tulumlarının içine girdik ve o yorgunluk yüzünden hırsızlıkmış, bilmem neymiş hiç bir şey düşünmedik. Horul horul uyuduk. O şarapları içmeseydik büyük ihtimal orada uyuyamazdık. Gerçi yorgunluğun da etkisi vardı; ama gözümüz uyumaktan başka bir şey görmedi. Bir ara gece baya yağmur bastırdı. Neyse ki rüzgar falan yoktu ıslanmadan sabaha kadar uyuduk.

Önceden telefonların alarmlarını tren gelmeden yarım saat öncesine ayarlamıştık. Alarm çalınca gözlerimi açtım ve yattığımız peronun sağında ve solunda iki tren duruyordu. Hatta trenlerden yolcular falan inip biniyordu; ama o kadar çok insan trafiği yoktu. Uyku tulumunun fermuarını açıp içinden çıkmaya çalışırken arkamdan geçen biri günaydın dedi. Sonra etrafa bakınırken başka biriyle göz göze geldim o da merhaba dedi. İtalyanların sıcak tavırları cidden hoşuma gitmişti ve açık havada uyuduğum için kendimi baya dinç hissediyordum.

İyice kendimize geldikten sonra eşyalarımızı toplayıp treni beklemeye başladık. Tren 30 dk. rötarla geç geldi ama bu sorun teşkil etmiyordu. Lübliyana'da 5-6 saat vaktimiz olacaktı ve bir sonraki durak ve aynı zamanda 3. gece bizi sokaklarında misafir edeceği yer olan Zagreb'e zaman kaybı olmadan veya tren kaçırmadan rahatlıkla varılabilirdi.

Sokakta 4 Gece: Bölüm 2'yi buradan okuyabilirsiniz.