3 Ekim 2013 Perşembe

Sokakta 4 Gece: Bölüm 1

Not: Resimdekiler biz değiliz.
Bu yaza kadar hiç aklımın ucundan bile geçmeyecek bir şey yaptım. İnterrail yaparken 4 gece sokaklarda yatmak zorunda kaldım ve ilginç bir deneyim oldu. Gerçekten insan bir şeyleri yaşamadan anlayamıyor. Gerçi benim durumum sokakta yaşayanların durumunun yanında sıfır kalır; ama bir nebze de olsa kalacak yerinin olmaması ve sokaklarda yatmanın ne demek olduğunu anladım. Her şey Polonya'daki trenin geç kalmasından dolayı diğer treni Salzburg'da kaçırmak ile başladı. Gelecek tren sabah 6:00 civarlarında istasyonda olacaktı ve bizim 5 saat vaktimiz vardı. Gece olduğu için Salzburg'u gezemeyecektik ve yorgun olduğumuz için uyumamız gerekiyordu.

Salzburg'a geldiğimizde 5 saatimizi burada geçireceğimizi biliyorduk. Tek korkumuz sabahın ilk ışıklarına kadar bilmediğimiz bir ülkenin bilmediğimiz bir şehrinde yanlız kalmaktı; ancak peronlardan aşağıya doğru indiğimizde yanlız olmadığımızı anladık. Büyük ihtimal 20-30 kişilik gruptan oluşan interrailciler bizim gibi Polonya'dan rotarlı gelen tren yüzünden Venedik'e giden treni kaçırmışlardı. Bizde onlar gibi bir kuytu bir köşe bulup matlarımızın üstüne uyku tulumlarını sererek uyumaya başladık.

Yattığımız yerin etrafında dükkanlar olmasından dolayı sabah 5:00-5:30 civarında istasyon görevlileri gelip bizi uyandırdı. Trenin gelmesine de 1 saat kaldığından bir yerlerde bir şeyler yemek için dışarıya çıktık. İstasyonun hemen önünde sabah işe gidenler için kahve ve kuruvasan satan biri vardı. Oradan bir şeyler alıp açlığımızı bastırdık ve trenin kalkacağı perona geldik. Neyse ki bu tren tam zamanında geldi ve Venedik'e zorlanmadan gidebileceğimiz için mutlu olduk.

Venedik'e vardığımızda çantalarla dolaşmamak için 9€ karşılığında emanetçiye bırakıp istasyondan ayrıldık. Şehri gezmenin en mantıklı yolu "City Map" diye satılan şehrin haritasını almaktır; ancak burada 2,5€ olduğu için almaktan vaz geçip şehrin sokaklarında kaybolmayı tercih ettik.

Sabahleyin sadece kuruvasan ve kahve ile durduğumuzdan dolayı ilk işimiz bir şeyler yemek olacaktı; ancak sokaklarda yürümeye başladığımızda bütçeye hiç uygun olmayan fiyatlarla karşılaştık. Şehrin içlerine doğru ilerledikçe fiyatların düştüğünü gördük. İyice içerlerde bir yerlerde mutlaka bütçemize uygun bir şeyler bulacağımıza emindik. Eğer bir gün Venedik'e yolunuz düşerse ilk gördüğünüz restorana girmeyin. İçerlere doğru ilerledikçe daha uygun yerler bulabilirsiniz. Buna hediyelik eşya fiyatları da dahil. Tam bu aralarda küçük büfemsi bir yerde pizza ve kolanın 4€'ya satıldığı bir yer bulduk. Nevaleleri alıp bir kanal kenarında sandviç gibi ikiye katlayıp öğlen saatinde kahvaltımızı etmiş olduk. Açıkçası bu pizzanın pek bir numarası yok. Bildiğimiz pizza işte, tek fark İtalya'da yapılmış olması.

Karın doyurma faslı bittikten sonra biraz daha turlamaya karar verdik. Arada bir internete girip sağ olduğumuzu bildirmek için bizimkilere mesaj atmak gerekiyordu. Bu yüzden kahve içebileceğimiz ve interneti olan bir yer aramaya başladık. Yemek ararkenki kural bunda da geçerliydi. Turistlerin yoğun olduğu yerlerdeki kafelerin fiyatları biraz daha pahalı; ama ara sokaklara girdiğimizde daha uygun fiyatlar bulabildik. Bu sayede İtalyan kahvesini ve yanında verilen ilginç kurabiyeyi de tatmış olduk. Hatta tadını beğendiğimiz için iki fincan içtik. Kafe sahipleri iyi ilgilendiler. Baya muhabbet ettik. Hava kararmaya başlayınca da tren istasyonuna dönmek için yola koyulduk. İtalyan birinin yanlış tarifi yüzünden kanala açılan çıkmaz bir sokakta kendimizi bulmaktan başka bir sorun yaşamadık. Daha sonra kendi kafamıza göre istasyonu bulabilmeyi başardık.

Venedik'de gezip tozduktan sonra Lübliyana'ya gidecek olan treni beklemek üzere tren istasyonunun karşısındaki kilisenin önünde önceden 4-5€'ya aldığımız 2 şarabı Çek Cumhuriyeti'nden iki kız ve İspanyol sevgililere biz de katılarak içmeye başladık. Bundan sonra gitmek istediğimiz yer Lübliyana ama İtalya'nın Udine diye bir şehrinde aktarma var ve bu aktarma süresi 6 saat. Yani geceyi Udine'de geçirmek zorundayız.

Sokakta uyumanın ilk gecesi fena sayılmazdı. En azından başımıza bir şey gelmedi; ama burası İtalya ve Udine hakkında hiç bir fikrimiz yok. Uyumamız gerek ama başımıza bir şeyinde gelmemesi gerekiyor. Onca günden sonra bir şeylerin çalınmasını istemiyorduk.

Venedik'te içtiğimiz şarap bizi çakır keyif yapmıştı ve yorgunluk yüzünden iyice uykumuz geldi. Ne yalan söyleyeyim Udine'ye varınca istasyondaki bir perona geçip matları yaydık. Uyku tulumlarının içine girdik ve o yorgunluk yüzünden hırsızlıkmış, bilmem neymiş hiç bir şey düşünmedik. Horul horul uyuduk. O şarapları içmeseydik büyük ihtimal orada uyuyamazdık. Gerçi yorgunluğun da etkisi vardı; ama gözümüz uyumaktan başka bir şey görmedi. Bir ara gece baya yağmur bastırdı. Neyse ki rüzgar falan yoktu ıslanmadan sabaha kadar uyuduk.

Önceden telefonların alarmlarını tren gelmeden yarım saat öncesine ayarlamıştık. Alarm çalınca gözlerimi açtım ve yattığımız peronun sağında ve solunda iki tren duruyordu. Hatta trenlerden yolcular falan inip biniyordu; ama o kadar çok insan trafiği yoktu. Uyku tulumunun fermuarını açıp içinden çıkmaya çalışırken arkamdan geçen biri günaydın dedi. Sonra etrafa bakınırken başka biriyle göz göze geldim o da merhaba dedi. İtalyanların sıcak tavırları cidden hoşuma gitmişti ve açık havada uyuduğum için kendimi baya dinç hissediyordum.

İyice kendimize geldikten sonra eşyalarımızı toplayıp treni beklemeye başladık. Tren 30 dk. rötarla geç geldi ama bu sorun teşkil etmiyordu. Lübliyana'da 5-6 saat vaktimiz olacaktı ve bir sonraki durak ve aynı zamanda 3. gece bizi sokaklarında misafir edeceği yer olan Zagreb'e zaman kaybı olmadan veya tren kaçırmadan rahatlıkla varılabilirdi.

Sokakta 4 Gece: Bölüm 2'yi buradan okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder