15 Nisan 2013 Pazartesi

Bana Bir Bira

Ah şu eskiler... Ya insanın canını sıkar, ya güldürür ya da ikisini de yapar. Ne kadar güldürürse o kadar da burukluk oturur insanın içine. Bir tane resme bakarsın ufak bir şey getirir aklına. Sonrası da çorap söküğü gibi gelir zaten. O resim ile zamanda geriye gidebilir, o anın kokusunu alabilir hatta o gün gördüğün rüya bile gözünde canlanır. Basit bir resmin tesiri hiç olmadığı kadar büyüktür aslında.


Bundan 13-14 sene önce anneannemlere her hafta sonu giderdik. Tabi o zamanlar kışlar kış gibi geçer kar, fırtına, tipi falan olurdu. Şimdiki insanoğlunun içine sıçtığı mevsimlerin yaşattığı kıytırık kışlar o zamanlar "Hava esti mi ne?" diye başlayan muhabbetlerin sebebi olurdu. Elektrik tellerinin yer altında olmadığı zamanlardan bahsediyorum desem, şu anki durumdan pek farklı bir ayrıntı olmayacak. Şöyle söylesem daha iyi sanırım, Barış Manço'nun yaşadığı ve program yaptığı yılların kışları... İşte o zamanlar pek ayrıntı sayılmaz dediğim tellerden dolayı kışın yarısını elektriksiz geçirirdik. O kışlarda anneanneme her 10 gidişimizin 4-5 tanesi buna denk gelir, gaz lambasının üstüne koyulduğu oval masanın etrafına evin eski kızı ve yeni torunu, evlenmeye aday bir bayan ve sevgili anneannem oturur, aptal paparazi ve türevleri programlardan uzak muhabbetler yapılırdı. Aslında ben sadece dinlerdim.

Gaz lambasının ışığında yapılan o muhabbetleri gölge oyunu kıvamında dinler ne kadar neye güldüklerini anlamasam da arada geçen komik şeylere gülümsemeye çalışırdım. Sanırım ortamın güzelliği o gaz lambasındaki küçük ışıktan kaynaklanıyordu; çünkü elektrikler geldiğinde muhabbet falan kalmıyordu.

O zamanlar küçüktüm, ne Afrika da ki çocukların açlık çektiğinden, ne de savaşlardan haberim vardı. Gerçek paranın ne olduğundan haberim yoktu. Eve gelen altın şeklindeki paralar zenginliğimdi. İşte o bütün içi çikolatalı, dışı altın kaplamalı paralardan oluşan servetimi her altın para karşılığında annemden satın aldığım pastalara, böreklere veya şekerlere yatırırdım.

Benden büyükler bazen bana bakıp hüzünlü gözlerle "Çocukluk ne güzel be!" dediğini hatırlıyorum. Neresinin güzel olduğunu anlayamayarak sürekli büyüme hayalleri kurup otururduk. Yok büyüyünce şöyle ol'cam, yok büyüyünce böyle ol'cam diye konuşuyorduk. İşte o ara büyümüşüm haberim yok. Hala içimdeki çocuk şımarıklık yapmamı söylüyor bende yapıyorum. Eskiden çocuk olduğum için gülüyorlardı, şimdi de kazık kadar adama yakıştıramadıklarından gülüyorlar. Gerçi önemli olan gülmeleri; çünkü ağlamak kimseye yakışmıyor.

Bazen eskiden olan sorumsuz günlerime dönüp rahatlığın tadını çıkartmak istiyorum. Büyümenin fiziksel olarak gerçekleşeceğini düşündüydüm hep, sorunların ve sorumluluklarında benimle beraber büyüyeceğini pek hesaba katmamışım sanırım. Şimdi de geriye bakıp rahatlığı ve çocukken güzel gördüğüm dünyayı özlüyorum. Gerçi Dünya o zaman da pek farklı değilmiş; ama ben daha güzel bakıyormuşum Dünya'ya. En iyisi bana bir bira. Kalın sağlıcakla...

4 yorum:

  1. hocam ben bu yazının altına imzamı atarım..gerçekten çok güzel olmuş.Birçok insanın içindekilere tercüman olmuşsunuz..
    araba oyunları

    YanıtlaSil
  2. ''Gerçek paranın ne olduğundan haberim yoktu. Eve gelen altın şeklindeki paralar zenginliğimdi. İşte o bütün içi çikolatalı, dışı altın kaplamalı paralardan oluşan servetimi her altın para karşılığında annemden satın aldığım pastalara, böreklere veya şekerlere yatırırdım''

    harika olmuş.

    YanıtlaSil