18 Temmuz 2012 Çarşamba

Yaşanmamış Hikaye

Bu hikaye Boşlukları Doldurmak adlı yazım içindir. Önce o yazıyı okuyup sonra bu hikayeyi okumanızı tavsiye ederim; ama "Bana ne kardeşim boşlukları doldurmaktan, ben bunu okumak istiyorum" derseniz. Ne bok yerseniz yiyin.

BİRİNCİ BÖLÜM
İki Ailenin Geçimsizliği

Evin tek çocuğuydu Atalay. Evden işe, işten eve gidip gelen ve ailesine azda olsa katkıda bulunmaya çalışan hayırlı bir evlat. Babası Haluk bey şehrin dışındaki bir fabrikada vardiyalı işçi olarak çalışıyordu. Cebindeki sigaradan başka gideri olmayan sakin ve ağırbaşlı bir babaydı. Sadece dört, beş günde bir giderdi bir sokak arkadaki kahvehaneye. Annesi Sümeyra hanımsa klasik ev hanımıydı, bütün gün evde işlenir arada komşuya çay içmeye geçer, akşam olduğunda da evde olanlarla yemek yapardı.

Şehirin dışarısında birkaç sokaktan oluşan, fakir ve orta halli ailelerin oturduğu bir yerde ikamet etmekteydiler. İki oda bir salon, salonun içerisinde kışın gürül gürül yanıp yazın da üzerine örtü örtülen kömür sobası, çok yağmur yağarsa akıtan bir çatısı, ikisi bahçeye biri sokağa bakan pencereleri, güzel yemeklerin piştiği küçük mutfak ve birde içerisinde domates biber gibi bitkilerin yetiştirildiği küçükçe bir bahçesi vardı.

Aynı sokak üzerinde iki ev ötede oturan Haluk beyin kardeşi Hikmet bey ve ailesi yaşıyordu. Haluk bey pek anlaşamazdı kardeşiyle, bu anlaşamamazlık iki aile fertlerinede yansımış ve bu yüzden aileler birbirleriyle bir araya gelmekten kaçınırlardı. Hatta Haluk beyin tek çocuk yapmasının nedenide kardeşiyle arasının pek iyi olmamasındandır.
Hikmet bey ise şehrin ünlü tatlıcılarındandır ve şehrin göbeğinde çalıştırdığı dükkanı sayesinde kardeşinden daha iyi durumdadır. Eşi Azimet hanım ise mahallenin süslü kokanası olarak tanınır. Birde Atalay ile yaşıt çocukları Dinçer vardır. Mahallenin iti kopuğu arasında zar zor liseyi bitirebilmeyi başarmıştır. Dersleri ilk ve orta okulda iyi olmasından dolayı Atalayla yarıştırılmış ancak lisede düşen notları sayesinde annesi Azimet hanım bundan vazgeçmek zorunda kalmıştır.
Yazın bitiminden sonra restoranda çalışmaya son veren Atalay sanayideki marangoz atölyesinde çalışmaya başladı. Başlarda pek sevmediği bu atölye daha sonra hoşuna gitmeye başladı. Birgün işten çıkıp evine gitmek için atölyenin köşesindeki duraktan otobüse bindi. Evlerinin hemen arkasındaki durakta inip eve doğru yürümeye başladı. Sokağın başına geldiğinde her zaman olduğu gibi amcasının balkonuna doğru baktı biri var mı diye. Her zaman ki gibi Dinçer balkonda oturmuş salak çocuklar gibi dışarıyı seyrediyordu. Dinçerin kendisine laf atmaması dileyerek hızlı adımlarla amcasının evinin önünden geçmeye karar verdi; ama bu fırsatı kaçırır mı hiç Dinçer? Hemen balkonun camını açıp Atalaya seslendi “Şşşt! Ne yapıyorsun len Atalay, işten mi geliyorsun” dedi dalga geçer ses tonuyla. Atalay sakinliğini koruyup “Evet!” diye karşılık verdi. Bunun üzerinede Dinçer “Aferin sana çalışkan çocuk bu gidişle bizden daha çok para kazanacaksın” dedi. Gene başarmıştı Atalayın üç kuruşluk zevkini kaçırmayı. Sinirli bir şekilde evine doğru yol almaya devam etti.
Bahçe kapısının açıldığını duyan Sümeyra Hanım, Haluk beyin gece vardiyasında olduğunu bildiği için Atalayın geldiğini anladı. Hemen kapıya koşup daha Atalay zile basmadan kapıyı açtı. Her zamanki gülümsemesiyle “Hoşgeldin oğlum” dedi Atalaya; ama yüzünün asık olduğunu görünce hemen anladı Dinçer’in laf attığını. Yanaklarındaki gülümseme geçiverdi bir anda Sümeyra Hanımın. “Bıktım anne” diye çıkıştı Atalay ve ekledi “Bıktım artık o geri zekalının aptal üstünlük taslamalarından, görecekler birgün” dedi. Sümeyra Hanım hiç böyle görmemişti Atalayı; ama içten içe hakta veriyordu oğluna ama ne yapsın “Boşver oğlum, ne yapacaksın onlar öyle işte” dedi ve oğlunu karşıladığı gülümser surat ifadesine dönerek “Haydi ellerini yıka üstünü değiştir de gel, en sevdiğin yemeği yaptım” dedi “Tamam anne” diyerek tuvalete doğru gitti Atalay.
Yemeklerini yerken annesi ne kadar konuyu değiştirmeye çalışsada Atalay her seferinde konuyu Dinçer’e getirip ona karşı olan nefretini dile getiriyordu ve her cümlesinin sonunada “Görecek onlar” diyordu. En sonunda Sümeyra Hanım çıkıştı “Yeter ama Atalay” dedi “Hiç yakıştıramıyorum senin gibi bir çocuğa, sen böyle değildin hep kulak arkası yapardın neden takıyorsun bu kadar” dedi. Bunun üzerine Atalay biraz yüksek ses tonuyla “Bıktım dedim ya anne bıktım. Görecek onlar” dedi. Yemekteki son konuşmaydı bu, daha sonra “Ben çok yorgunum anne, yatacağım” diyerek odasına geçti. Sümeyra Hanım Atalay’ın bu halini hiç beğenmemişti. Derin bir iç çekerek ertesi gün hiç istemesede Azimet Hanım ile konuşmaya karar verdi.
Sabahleyin Atalayı işe geçirdikten sonra mutfağa doğru geçip kahvaltılıkları yıkarken Haluk Beyin gelmesini bekledi. Anahtar şıngırtılarıyla açılan kapıyla anladı Haluk Beyin geldiğini. Haluk Bey yorgundu, mutfağa doğru gelip “Nasılsın hanım, çayın var mı?” diye sordu yorgunluk akan ses tonuyla “Olmaz mı, hemen getiriyorum” diye cevap verdi Sümeyra Hanım. Karşılıklı oturup çaylarını içtikten sonra yorgunluğu gözlerinden belli olan Haluk Bey “Ben yatıyorum iyi geceler” diyerek arkasını döndü, sonra tekrar Sümeyra Hanım’a dönerek “Aslında günaydın” diyerek gülümsedi. Sümeyra Hanım’dan da tebessümü aldıktan sonra istirahata çekildi Haluk Bey.

Sümeyra Hanım’ın aklı hala dün gecedeki Atalayın konuşmalarındaydı ama kararlıydı, bugün Azimet ile bu konu hakkında konuşacaktı. Haluk Bey’e hiç bahsetmek istemedi. Zaten yorgun olan adamın birde canını mı sıkacaktı? “Yok yok ben hallederim” dedi mırıldanarak. Biraz daha bekleyip Haluk Bey’in uyuduğunu anladıktan sonra Azimet Hanımın evine gitmek için yola koyuldu.
Sümeyra Hanım gitmeden çoktan çıkmıştı evden Hikmet Bey dükkanını açmak için. Ne kadar tereddüt etsede derin bir nefes alarak zile bastı Sümeyra Hanım. Yüzü gözü şişmiş olan Azimet Hanım resmen mide bulandırıyordu, uykulu bir ses tonuyla “Hayrola?” dedi. Sümeyra Hanım çok fazla uzatmadan konuya girip hemen evine gitmek istiyordu, zaten öyle de yaptı “Dinçer” dedi Sümeyra Hanım korkak bir sesle ve ekledi “Her gün Atalay işten gelirken laf atıp canını sıkıyor, bir şeyler söyleseniz Dinçer’e” dedi. Azimet Hanım’da pis gülümsemesini suratına yerleştirerek “Koskoca çocuk anasına şikayet edip seni mi yolladı” dedi. Bunun gibi bir cevap bekleyen Sümeyra Hanım “Şikayet etmedi Azimet, sofrada konusu geçti ve ben her akşam çocuğuma laf atılmasını istemiyorum” dedi ses tonunu yükselterek. Bunun üzerine Azimet Hanım “Çocuğuma akıl vermeyi hiç sevmem, gayet aklı başındadır ama söylerim isteğini” dedi ve “İyi günler canım” diyerek suratına kapatıverdi kapıyı. Sümeyra Hanım’da böyle bir şeyin bir daha olmamasını umut ederek evine gidip kanepeye uzandı.

Bir iki hafta herşey yolunda gitti, Atalay eve güler yüzlü bir şekilde gelip ailesiyle yemeğini yiyiyordu. Ta ki üçüncü haftanın ortalarına kadar. Güler yüzlü bir şekilde beklediği oğlunu sinir küpüne dönmüş bir şekilde görünce olan biteni tahmin etmekte güçlük çekmedi Sümeyra Hanım. O gece Atalay sofraya bile gelmedi, çok yorgun olduğunu söyleyip odasına çekildi; ama uyumadı sabaha kadar düşünüdü. Ne kadar kendi ile çelişsede kafasından geçirdiği kötü planları atamıyordu. Böyle şeyleri düşünerek birazda olsa hafifletmişti sinirini. Daha sonra bunları düşünürken uykuya daldı.

O hafta gene gece vardiyasına gidiyordu Haluk Bey, daha eve gelmemişti. Sümeyra Hanım ile Atalay ise kahvaltı ediyorlardı. Kahvaltıları bittiğinde Sümeyra Hanım tam Atalayı işe geçirmek için kapının kulubunu tutmuştu ki, kapı çaldı. Yavaşça kapıyı açtığında karşısında Hikmet Bey’i gördü, “Nasılsın yenge, iyisin” dedi Hikmet Bey, “İyiyim Hikmet sen nasılsın?” dedi Sümeyra Hanım. “Bende iyiyim yenge, bizimkilerle annemlere gidiyoruz köye, iki üç gün buralarda olmayacağız, dükkanıda bizim çıraklara bıraktım. Sizede gelin derdim ama arabada çok eşya var size yer kalmadı, haydi Allahaısmarladık” dedi ve arkasını dönüp arabaya doğru ilerledi. Sümeyra Hanımda kısık bir sesle arkasından “Görüşürüz” dedi Hikmet Beyin duyamayacağı bir şekilde. Sümeyra Hanım biliyordu aslında arabada nasıl yer kalmadığını. Azimet Hanım her gidişinde içi boş olan bohçalar koyuyordu arabaya, Sümeyra Hanımlar gelmesin diye. Öylece arkalarından bakarken Atalay çıkıverdi yanından “Haydi annem görüşürüz akşama” dedi mutlu bir yüzle. Sümeyra Hanım Atalayın kahvaltıdaki asık yüzünün geçtiğini sevindi, bunuda Dinçerin iki üç gün buralarda olmayışına bağladı. Sümeyra Hanım’da sevindi bu duruma en azından iki üç gün rahat edeceklerdi. Atalay ise güler yüzüyle bahçe kapısını açıp annesine doğru dönerek el salladı. Durağa doğru yürürken amcasının evine bakıp gülümseyerek geçti.

İKİNCİ BÖLÜM
Hırsızlık Olayı

Kış soğuğunun iliklerine kadar işlediği normal gecelerden biriydi. Hava kırmızı ve dünden bir parmak tutmuş karın üzerine ince ince yağan kar kartpostal görünümü veriyordu adeta. Sesizdi ortalık, uzaktaki otobandan gelen arabaların tekerlek sesleri haricinde yanında biri nefes alsa işitilirdi. Kolundaki saate bakıp zamanın geldiğini düşündü. Cebinden kar eldivenlerini ve şapkasını çıkardı. Önce şapkasını daha sonrada eldivenleri giyerek hazırlığını yaptı ve bahçe duvarından atlayarak evin kapısına doğru ilerledi. Cebinden çıkarttığı tornavidayla tahta ev kapısını oymaya başladı. Beş, on dakika oyduktan sonra kapıya yüklendi, açılacak gibi oldu ama lastik gibi esnedi sadece. Bir kez daha yüklendi kapıya ve bu sefer başardı. Kapının kasalarının oynamasıyla çıkan toz parçaları başından aşşağıya inerken sanki kapının açılmasını kutlayan bir grup insanın konfeti patlatması izlenimi veriyordu. Burnuna gelen toz zerrecikleri hapşurmasına neden oldu. Burnunu kaşıdıktan sonra yavaşça kapıyı kapatarak içeri doğru ilerledi.

İlk önce yatak odasını bulmak için iki kapı açtı ve ilkinde oturma odasını ikincisinde ise mutfağı buldu, üçüncü kapıyı açmaya yeltendi; ancak kapı kilitliydi, bu durumda burada birşeyler saklandığını anladı ve bir omuz darbesiyle kapıyı açmayı başardı. Evet orası yatak odasıydı ve kapı kilitli olduğuna göre içeride mutlaka saklı kalması gereken birşeyler vardı. Yatakları ve çekmecelerin içlerini boşalttıktan sonra gardırobun içinde bulunan çekmecelerdeki çorabın içine sarılı olan ganimetleri buldu. Anlaşılan ev sahibi zengindi, buda sakladığı altınlardan ve yabancı paralardan rahatça anlaşılıyordu.

Yüksek miktarda ganimeti ele geçirdiğini anlayınca başka odalara bakma gereksinimi duymadan, savaşı kazanmış bir kral edasıyla evin kapısını kapatarak ve tekrar bahçe duvarından atlayıp hazinesini bulduğu evi terk etti. Geride kendinden bir iz bırakarak.

SON BÖLÜM
Herşey Gün Yüzüne Çıkar
Pazar kahvaltılarından birini yapıyorlardı Haluk bey ve ailesi. Güzel bir tabloydu, herkes gülümsüyordu ve kimsenin yüzünde tatsız bir ifade yoktu. Atalay'ın gülümsemesi Sümeyra Hanım'ı daha fazla mutlu ediyordu ve "Keşke" diyordu içinden "Keşke hep köyde kalsalarda oğlumun canını sıkmasalar" diyordu.

Haluk Bey çayını yudumlamak üzereyken birden kapı yumruklamaya başlandı. Herkes ürktü bir anda. Sümeyra Hanım masadan kalkıp kapıya doğru yöneldi. Kapıyı açtığında karşısında polis ve arkasında da Azimet Hanım duruyordu. "Hayırdır" dedi Sümeyra Hanım korkak bir sesle. Hemen Azimet Hanım atladı arkadan "Onlar yapmıştır memur bey yakalayın hırsızları!" diye bağırdı. Polis arkasına dönüp "Lütfen hanımefendi, bahçeden çıkar mısınız? Bizde işimizi yapalım!" diye tersledi. Sümeyra Hanım'ın beti benzi kaçmıştı ne olduğunu bile anlayamadı, Haluk Bey çıktı arkasından, "Ne oldu memur bey?" dedi. "İki gün önce kardeşinizin evine hırsız girmiş, eşi sizden şikayetçi oldu merkeze kadar gelmelisiniz" dedi. Haluk Bey burnundan soluyordu, öfkelendiği gayet açıktı. Derin bir nefes alıp eşine ve Atalaya giyinmelerini söyledi. Bahçenin kapısına gözü takıldı, Hikmet Bey duruyordu, polisi geçip hızlı adımlarla yanına doğru ilerledi. Dövecekmiş gibi ilerlerken polis omuzunu tutup "Beyefendi lütfen!" dedi. Haluk Bey durdu ve kardeşine doğru "Ne demek oluyor bu Hikmet!" diye bağırdı. Hikmet Bey'de "Her şüpeyi gözden geçiriyoruz ağabey, dükkandaki çıraklarda şüpeli" dedi kendisini savunarak. Haluk Bey içinden lanet etti böyle bir kardeşi olduğuna. Hızlı adımlarla evine dönüp giyindi. Ailesiyle birlikte ekip arabasına binip merkeze doğru yola çıktılar.

Akşam olduğunda ancak eve dönmüşlerdi. Kapıdan içeriye girdiği gibi Sümeyra Hanım'a dönüp "Ne biçim kardeşim var benim?" dedi. Ne diyeceğini bilemedi Sümeyra Hanım. Atalay girdi araya "İyi olmuş" dedi "Çok önceden hak etmişlerdi zaten" diye ekledi. Haluk Bey onaylar gibi başını salladı ve "Ben yatıyorum, canım yeterince sıkkın zaten. Uyumak istiyorum." Dedi ve yatak odasına yöneldi. Sümeyra Hanım hala şoku atamamıştı üzerinden, divana oturdu ve tek dediği "Terbiyesizler" oldu.

(1 Hafta Sonra, Pazar Günü)
Akşam olmuştu Haluk Bey kahvesini yudumlayıp gazetesini okuyordu. "Gene zam yok!" dedi yüksek sesle "Zaten hiç zam olmaz, tek zammı giderlere yaparlar" dedi. Başını sallayarak "Öyle" dedi Sümeyra Hanım. Atalay odasındaydı öğlenden sonra gelen kömürü eve taşıdığı için çok yorulmuştu, uyuyordu. Kapı çalındı birden "Hayırdır inşallah dedi" Sümeyra Hanım tam kapıya yeltenecekken Haluk Bey önüne geçti "Ben bakayım"  dedi Sümeyra Hanım'da arkasından geldi. Kapıya doğru giderken polis arabasının tepe lambalarından çıkan ışıkların yansımasını gördü. Gene canı sıkılacağını anladı. Kapıyı açtı ve "Buyurun memur bey" dedi. "Atalay Akıcı bu evdemi oturuyor" dedi polis. Haluk Bey şaşkınlık içerisinde "Evet" dedi ve ekledi "Neden?". Polis "Geçenlerde olan hırsızlıkla ilgili, yaptığımız araştırmalar sonucunda oğlunuzu tespit ettik, hemen buraya gelsin merkeze gidecek." dedi. Haluk Bey "Hayır, olmaz öyle şey benim oğlum yapmaz" dedi. Kızgın bir sesle polis "Evde yaptığımız incelemelerde yerde tükürük bulundu. DNA karşılaştırması sizin oğlunuza uyuyor, bu kadar açıklama yeter gerisi merkezde anlatılır." dedi. Haluk Bey inanmamıştı, hemen Atalayın odasına gitti. Sümeyra Hanım olduğu yerde duruyordu, bir anlam veremiyordu olanlara.
Atalayın odasına girdi, yatakta uyurken bulacağını beklerken ayaktaydı Atlay. Kapıdaki konuşmaları duymuştu. Haluk Bey gözlerine baktı Atalay'ın "Polisin dediklerini duydun mu?" dedi, "Evet" yanıtını verdi Atalay. Bunun üzerine "Peki doğru mu?" diye sordu Haluk Bey ürkek bir sesle. Atalay cevap veremedi, başını eğip odadan çıktı, babasının yanından geçerek. Haluk Bey'de arkasından çıkıp "Atalay!" diye seslendi. Atalay'ın gözleri doluydu arkasını döndü, babasına baktı "Doğru baba, ben yaptım" dedi. Sümeyra Hanım hiç birşey diyemiyordu, sanki oraya çivilenmişti, onunda gözleri doluydu. Hiçbir anlam veremiyordu ve inanamıyordu olanlara. Öfkeden gözleri yerinden çıkacak gibi oldu Haluk beyin. İşte o zamana kadar hiç yapmadığı birşeyi yaptı. Biricik oğluna elini kaldırıp yüzüne doğru var gücüyle tokadı indirdi. Zaten gözleri yaşlarla dolu olan Sümeyra Hanım'ın tokadın sesiyle yanağından aşağıya süzülüverdi yaşlar. Var gücüyle kolundan tutup çekti Atalayı ve doğruca açık olan kapıya doğru fırlattı Haluk bey. Kapının eşiğinde durabildi ancak fırlatmanın gücüyle ve o an sadece annesinin yanaklarındaki yaşı gördü, silmek istedi ama silemedi, babasının “Defol git!” bağırışıyla ayağını eşikten atmakla yetindi sadece. Kapıda bekleyen polis hazır olan kelepçeyi taktı bileklerine. Arkasına bakamadı Atalay. Polis arabasına doğru yürüdü polis ile birlikte. Hikmet Bey ve ailesi vardı polis arabasının yanında. Onlara doğru baktı Atalay, sonra Dinçeri gördü, tam polis arabasına binecekken "Zengin olabildin mi çaldıklarınla?" dedi Dinçer. Sadece arabaya binebildi, hiç böyle düşünmemişti. Arabaya bindiğinde "Keşke" dedi sadece.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder