James Churchward'ın "Kayıp Kıta Mu" adlı kitabını esas alarak yazdığım bir yazıdır. Daha ayrıntılı bilgilere ulaşmak isterseniz ve bu tip gizemli şeylere ilginiz varsa okumanızı tavsiye ederim. Yazdığı kitapta Churchward Mu kıtası ile ilgili anlatılanları birde kutsal kitap ile birleştirince insanın inanmamak için hiç bir sebebi kalmıyor. Ayrıca bu anlattıkları kafadan atarak değil tamamen kanıtlara dayandırıyor. Churchward Mu kıtasıyla ilgili bilgilere Hindistan'ın İngiliz sömürgesiyken orada asker olarak yaptığı görevde hindu bir rahip ile dostluğu sırasında rahibin tabletleri çıkartması ve bu tabletlerin nasıl okunduğunu öğretip, daha sonra öğrendikleriyle tabletleri tercüme etmesiyle ulaşmış. Mustafa Kemal Atatürk'ünde bu konuya ilgi duyduğunun ve James Churchward'ın Türkiye'ye getirilmesi için talimat verdiğini; ancak Churchward bu uzun yolculuğa yaşından dolayı dayanamayacağından teklifini reddetmek durumda kalması dikkat çekiyor; çünkü Atatürk'ün boş işlerle uğraşacak biri olarak görmüyorum eğer bununla ilgilendiyse altında gerçeklik payı mutlaka vardır. Mu Kıtasının araştırılmasıyla görevlendirilen ekip Atatürk'e, Churchward'ın bu konu hakkında kitaplarının olduğunu söylerler. Bunun üzerine Atatürk kitapların Türkçe'ye çevirilmesi talimatını verir. Anıtkabire gidenler dikkatlice incelediyseler Atatürk'ün okuduğu kitaplar arasında Mu Kıtasıyla ilgili olanı bulacaklardır. Bu kısa bilgilendirmeden sonra asıl konuya geçelim.
Mu Kıtası bundan 14.000 yıl önce daha dağlar oluşmamışken, üzerinde sadece tepelerin bulunduğu bir kıtaydı. Bu kıtanın altından gaz kuşakları geçiyordu. Bir gün magma gaz kuşakarına doğru ilerledi ve üzerinde yaşayan 70.000.000 Mu'lu ile sulara gömüldü. Kıta batarkende geriye sadece suların erişemediği tepelere kaçan insanlar kaldı. Günümüzde bu tepeler Polinezya, Mikronezya ve Melanezya olarak biliniyor. Churchward bu adaların nasıl Mu'dan kalanlar olarak belirledi? Yaklaşık 50 yıl boyunca araştırmalarını sürdüren Churchward bu adaların hepsine ziyarette bulundu. Çoğu adada devasa büyüklükte taştan yapılmış tapınaklar var. Bazı adalarda taş ocakları bulunuyor; ancak çoğunda da taş ocağı yok ve taş ocağı bulunmayan adalarda bulunan taşlar o adalara ait değil. Buda taşların başka yerlerden getirildiği ancak deniz yoluyla getirilmesinin imkansız olduğunu söylüyor. Buna dayanarak burada bir zamanlar suların yerinde karaların olmasıyla açıklıyor. Tabiki bu bilgi burada bir zamanlar büyük bir kıtanın olduğu anlamına gelmez. O zaman okumaya devam...
Günümüzde yamyamlık Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takım adalarında sık olarak görülmekte ve kabileler bu davranışlarının atalarından geldiğini idda etmekteler. İşte o atalarından gelen yamyamlık Mu Kıtasının batışıyla alakalı. Mu Kıtası battıktan sonra tepelere kaçan Mulular aç kaldıklarında ölenlerin etlerini yemeye başladılar ve bu davranışları daha sonra çocuklarına geçti. Zamanla geçmişini unutan yerlilere dönüşerek büyük bir uygarlığın bireyleri hayvanlaştı ve insan eti yemeye başladılar, geçmişlerini unutarak.
Yamyamlığın gelişim süreci bu şekilde açıklanıyor kitapta. Gelelim bu adalarda bulunan Mu kıtasıyla ilgili yazılara. Demin anlattığım başka adalardan getirilen taşlardan oluşan çeşitli kitabelerde bulunmakta. Bu kitabelerde ve Churchward'ın tercüme ettiği tabletlerin çoğunda eskinden burada bir kıtanın olduğu ve depremlerle sulara gömüldüğünü anlatan yazılar bulunmakta. Sadece bu adalarda bulunan kitabeler ve Churcward'ın tercüme ettiği tabletlerdede yazmıyor. Mu'nun kolonisi olan Mısırlıların, Mayalıların hatta Uygurluların yazıtlarında bile bulunmakta Mu'nun batışı ile ilgili yazılar ve hepsinde anavatan Mu'nun bir gün depremlerle sulara gömüldüğünü anlatıyor. Eski Yunan alfabeside Mu'nun batışını anlatıyor. Şu alfa beta gama diye okunan alfabe aslında Mu'nun batışını anlatan bir yazıt. Eski Yunanlıların bunu yapmasının nedeni çocuklarına anlatmak ve ölen Mu'luların anısını yaşatmak için yapılmış birşeydir. Yani Yunan alfabesini okuyan veya öğrenen bireyler aynı zamanda Mu'luları anmış olur. Alfabe şöyle: alpha, beta, gamma, delta, epsilon, zeta, eta, theta, iota, kappa, lambda, mu, ni, xi, omikron, pi, rho, sigma, tau, upsilon, phi, chi, psi, omega. Bu alfabeyi düz yazıyla ve tercüme ile okuduğumuzda: şidetle hücum eden sular, yayılarak düzlüklerin üzerinde, kaplar toprağı, tüm alçak yerlerde, engel çıkaran yüksekliklerde dalgalar oluşur ve hortumlar, döver engelleri, sularla, sular örter üzerini, canlı ve hareket eden her şeyin, engelleri yıkarak, sulara gömülür toprakları, mu'nun, zirvelerdir yalnızca, gözüken suların üzerinde, hortumlar eser çevrelerinde, ve yavaş yavaş, oraya kadar gelir, soğuk rüzgar, önceki vadilerin yerini, artık uçurumlar, soğuk derinlikler almıştır, yuvarlak çukurlar, balçıkla dolmuştur, bir ağız açılır, çıkar dumanlar püskürür dışarı volkanik tortuları. İşte böyle, insan hayretler içerisinde kalıyor. Kalın olarak işaretlediğim yer (yuvarlak çukurlar, balçıkla dolmuştur) kıtanın battığı yerin çamurla kaplanmasını anlatıyor ve aynı dönemde yaşayan ve Mu kıtasının battığı okyanusa kıyısı olan diğer medeniyetler o dönemde biz yıllarca denizi geçemedik (çamurdan dolayı) tarzı yazıları bulunmakta. Bu arada alfabeye değinmişken aşağıdaki Mu, Maya ve Mısırlıların alfabesini inceleyin.
Farkettiyseniz harflerin çoğu birbirine benzedir hatta aynıdır. Mu Kıtasının dünya üzerinde hiç var olmadığını düşünelim, Maya ve Mısırlıların ayrı kıtalarda ve aralarında binlerce kilometre uzaklıkta ve hiçbir bağlantı yokken aynı harfleri bulmalarının olasılığı sıfır kadardır. Buda Churchward'ın tercume ettiği tabletteki harflerle Mısır ve Mayalıların aynı harfleri kullanması Mu'nun varlığını ve o tabletlerde yazan Mısır ve Mayaların Mu'nun kolonileri olduklarını kanıtlar.
İlk yaradılışla yani Hz. Adem ile Hz. Havva ile ilgili bilgilerde bulunmakta Mu tabletlerinde. Bahsi geçen tabletlerde ve Mu'dan geriye kalan kara parçalarındaki tapınaklarda yaradılış, yaratıcı Dünyaya kozmik bir yumurta gönderdi ve toprağın içinde oluşan bu yumurtadan insan yaratıldı tarzı açıklamalar bulunmakta. Ayrıca Mu'dan kalan adalardaki yazıtlarda erkeğin omur iliğinden kadının yaratıldığı üzerine yazılarda bulunmuştur. Ancak adalarda Adem ile Havva olarak değil farklı isimler kullanılarak anlatılmış, Ahmet ile Ayşe gibi. Bu tip yazılar Kuranda'da ayet olarak yazılmıştır. James Churchward Mu Kıtasının insanın ilk ana vatanı olduğunu bu tabletlerden yola çıkarak savunmuştur ki gayet mantıklı bence. Kutsal kitaplarda adı geçen ve Yunanistanın yakınlarında battığı kabul edilen Cennet Bahçesi aslında insanın ilk anavatanı olan Mu'dan başka biryer değildir.
Birde yedi başlı yılan figürü vardır. Bu yedi başlı yılan figürü tanrı yani yüce yaratıcı olarak kabul edilir; ancak yedi başlı yılan figürünün putunu yapıp buna tanrı olarak tapınılmamaktadır. Yedi başlı yılan figürü tanrı anlamına gelmektedir. Nasıl biz "Allah" yazdığımızda o yazının Tanrı olmadığını ama Tanrı anlamına geldiğini bilmemiz gibidir. Putlaştırma söz konusu değildir, sembolizm ile yazılmış bir dilin Tanrı anlamına gelen kelimesidir. Mu'luların yedi başlı yılana neden Tanrı olarak baktığını Churchward'ın tercümelerinden bakacak olursak, yedi başlı yılanın aynı zamanda evrenin yaradılışlını sembolize etmektedir olarak tercüme etmiştir. Yılanın başlarından her biri evrene emir verir, mesela birinci başı bütün gazlar toplanıp dünyayı oluştursun, ikinci başı gazların bir kısmı sıkılaşıp karaları oluştursun gibi her kafadan bir emir çıkar, evren ve Dünya yaratılır. Tevrat ve İncilde Dünya ile Evrenin 7 günde yaratıldığını görürüz. James Churchward Hristiyan olduğu için bu sembolik işareti İncildeki bu ayete yormuştur. Kuranda ise Dünya ve evrenin 6 günde yaratıldığı söylenir. İncildeki ile Kuran'da oluşan bu farklılık İncildeki anlatıma göre Tanrının 6 günde Dünya ve evreni yaratıp 7. gün istirahata çekilmesi olarak gösterilir. Buradan yola çıkarak Kuran'da Allahın yorulduğu düşüncesinin yıkılması için 6 gün denmiştir. Bu yüzden Kaf Suresi'nde “Andolsun biz gökleri ve yeri 6 günde yarattık, bize hiçbir
yorgunluk dokunmadı” buyurulmaktadır. Bu yedi başlı yılan figüründen dini olarakta Mu Kıtasının varlığı gözler önüne seriliyor.
Kitapta Tevratın nasıl yanlış yazıldığıda anlatılıyor. Hz. Musa'ya ayetler inmeye başladığında, Hz. Musa Mısır alfabesiyle yani dolaylı olarak Mu alfabesiyle (sembolizm) ayetleri yazmaya başlıyor. Bir peygamber neden ayetleri yanlış yazsın? Aslında Hz. Musa'nın yanlış yazdığı yok. Hz. Musa öldükten 800 yıl sonra ayetlerin bir tercumanla İbraniceye çevirilip Tevrat haline getirilmeye çalışması sırasında yanlış yazılıyor. Çünkü tercuman Mısır'da Mu dili ile yazılmış olan işaretlerin tam anlamlarını bilmiyor. Bildiği kadarını çevirip bilemediği yerlerde yorumunu katıyor ve katmasıyla hatalar oluşuyor.
Bunların haricinde Mu'nun imparatoruna veya yöneticisine Ra Mu denmektedir; ancak Mısırdaki gibi Tanrı olarak kabul edilmez. Mulular Ra Mu'yu Tanrı ile aralarında bir bağlantı olarak kabul ederler. Bu durumu çocuklarına "Ra Mu bizim tanrımız değildir asla ona tapınmayacaksınız" gibi öğretilerde bulunarak açıklamışlardır.
İşte kitap bunları anlatıyor ama mutlaka okumanızı tavsiye ederim; çünkü kitapta daha fazlası var (okuduğum kitabın resmi yanda). Mu Kıtası'nda kullanılan işaretlerle günümüzde Masonların kullandığı işaretler birbirinin aynısı. İsrail bayrağındaki 6 köşeli yıldızdan tutunda Türklerin kullandığı 8 köşeli yıldıza kadar herşeyin açıklaması bulunmakta. 8 köşeli yıldız günümüzde polis arması gibi birçok yerde görmekteyiz. AKP genel merkezinde ve hatta fragmanında farkettim Aşk-ı Memnu'da Adnan Beyin şirketinde ortadaki merdivenlerin tam karşısında daire şeklindeki camda da 8 köşeli yıldız bulunmakta. Kalın sağlıcakla.
saol kardes baya bilgim oldu da kitabı nerede bulabilirim
YanıtlaSilKitapçılarda bulabilirsin veya kitapyurdu ( http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=448684&sa=131797296 )gibi kitap satan sitelerde bulunabiliyor. Kitabı yazardan arattır (James Churchward) daha rahat bulursun.
SilBeğenerek, ilgi ve hayretle okuduğum algı aralığını genişleten harika bir kitap olarak değerlendiriyorum.
YanıtlaSilVay be
YanıtlaSil