Çok fazla görüyoruz çevremizde, herkes öylesine bir hayatın ucundan tutmuş öylesine yaşamlarını sürdürüyorlar. Yaptıkları işlerde öylesine oluveriyor, neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Bir yerden sonra alışıyorsunuz öylesine yaşayanlara. Sonra bir bakıyorsunuz sizde öylesine yaşıyorsunuz. Peki nedir öylesine yaşamak? Yapacağınız bir işin en vasat haliyle yapmak yada onu bile yapmamak.
Nedenlerine gelirsek kimse olmak istediği yerde olmadığından dolayı gerçekleşen bir sonuç olarak görüyorum. Mesela siz küçüklüğünüzden beri tiyatroda oynamak istiyorsunuz; ama geldiğiniz nokta avukatlık. Sizce ne kadar verimli olabilirsiniz? Bence en verimli halde işinizi yapamıyorsunuz çünkü yapmak istediğiniz iş bu değil. Gel gelelim yaşam mücadelesine. Bu mücadeleyi vermek için para kazanmak zorundasınız, geldiğiniz nokta da avukatlık, ne yapacaksınız? Avukatlık; ama nasıl avukatlık? Yaşam mücadelenizi gerçekleştirmek için yapacağınız bir avukatlık yani öylesine avukatlık. Kısaca sizi belli koşullar altında gelmek zorunda kaldığınız noktadan devam etmek zorundasınız; ama istediğiniz nokta hiç bir zaman o değildi. Bir şekilde bu noktadan devam etmektesiniz ve isteyerek yapmıyorsunuz. İstemediğiniz durumlar altında bu noktaya geldiğiniz için içinizden gelmeyerek bir şeyler yapıp yaşamınızı devam ettirmeye çalışıyorsunuz. İşte ben buna öylesine yaşam diyorum. İstediğinizi yapamayıp hayatınızı geldiğiniz durum ile devam ettirme hali.
Şöyle bir etrafınıza bakın, her taraf olmak istemeyipte yapmak zorunda olduğu işe sahip insanlarla kaynıyor. Bütün Türkiyeyi bir alana toplayıp "Kim istediği işi yapıyor? Parmak kaldırsın" diye sorsak, parmak kaldırmayanlardan dolayı parmak kaldıranlar gözükmez. Bunun sonucunda ne oluyor? Hiç bir iş istenildiği gibi olmuyor, herkes mutsuz ve herkesin kafası eskiden kurduğu hayallerde. Üç adım ileri gidip iki adım geriye gidiyoruz daha doğrusu gitmek zorunda kalıyoruz. Hatta bazen bir bakıyoruz hala olduğumuz yerdeyiz.
Mesela eğitim sistemimiz, öylesine yapılmış bir sistem. Kim sorsa eğitim sistemine sahibiz. Bu eğitim sisteminden geçen çocuklarımızı PİSA sınavına sokuyoruz, sondan ilk onda oluyoruz; çünkü öylesine eğitim sistemimiz var. Olması gerektiği için olmuş bir şey... Herkesin bildiği bir sorundan ele alayım. Ehliyeti neden bize veriyorlar? Otobanda 200 km hız ile gidip kaza yapmamız için mi? Bu akşam haberleri açın, en az bir tane trafik kazası göreceksiniz, oda büyük ihtimal İstanbul'da olmuştur bu yüzden televizyona çıkmıştır. Televizyona yansıyanlar haricinde Türkiye'de o kadar çok kaza oluyor ki sanki ehliyet kaza yapmak için verilmiş. Bana kalırsa o ehliyetin hiç bir anlamı yok. Sadece prosedür gereği verilmiş mavili beyazlı bir belge; ama alan ile almayan arasında hiç bir fark yok. İkisi de trafik kurallarından habersiz işler çeviriyor, yani öylesine ehliyet veriliyor. Zaten almasıda çok kolay, son 10 yılın sorularını çözüp sınava girin 2 veya 3 tanesi hariç hepsi aynı çıkıyor; çünkü soruları hazırlayan adamlarda hazırlamak için hazırlıyor, yani öylesine. Sonra biraz araba kullanmasını öğrenip sınava girseniz yeterli, ehliyeti alıveriyorsunuz. Trafik kurallarını falan boş verin zaten kimsenin uyduğu falan yok. Herkes ölümüne araba kullanıyor.
Kısaca ülkemizde o kadar çok öylesine işler var ki, bütün halk baştan aşağıya öylesine yaşantılarla dönüyor. Hiç kimse de buna tepki göstermiyor; çünkü yaşadığımız hayata öylesine bakıyoruz. Kalın sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder